İyi yönetim, tepede kavgayı kabul etmez, ortak akıl ve uyumlu çalışmayı ister. Ortak akıl ve uyumlu çalışma olmadığı yerde kavga vardır, zarar vardır, kargaşa vardır. kargaşanın olduğu yerde de darbe geliyorum der..
Darbe demek, ekonominin zayıflamasıdır. Darbe demek dünyadaki saygınlığın yok olmasıdır. Darbe demek, işkence ve ölümdür. Darbe demek birilerinin işini kaybetmesi, birilerinin zengin olmasıdır. Geri dönüp baktığımızda kibir ve kıskançlık yüzünden söz konusu olumsuzlukları hep yaşadık ama hiçbir zaman ders alamadık…
Geçmişte Turgut Özal ile Süleyman Demirel’in, genelkurmayın hükümet ile kavga etmesi, darbeyi teşvik etmiş hem ekonominin zayıf düşmesine hem de dünyada devletimizin saygınlık kaybetmesine neden olmuştur. 07.01.2009 tarihinde Kastamonu Postasında yazmış olduğum “Ağalar, Kavga Ederse Ne Olur?” yazısını yorum yapmadan tekrar sizlerle paylaşıyorum.
“Ağalar, Kavga Ederse Ne Olur?
İktidar olabilmek için tepedekilerin kavgalarından idare edilenler, adeta işkence gördü. Faturayı da halk ödedi. Savunmasız insanlar, işlerinden olmuş. İşte buna iki örnek. 1990’lı yılların başında Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile Başbakan Süleyman Demirel arasındaki bir olayı nakletmek istiyorum.
Karadeniz Ekonomi İşbirliği Toplantısı için komşu devletlerin başbakanları ve Cumhurbaşkanları Türkiye’ye gelecek. Her zaman olduğu gibi misafirleri, ev sahibi sıfatıyla Cumhurbaşkanı Turgut Özal karşılaması gerekiyordu. Süleyman Demirel ise,
Hayır, olmaz ben karşılayacağım. Turgut Özal,
Teamül gereği Cumhur Başkanı, karşılar.
Bu tartışmaya medya da katıldı. O kadar katıldı ki irtica ve laik kelimelerini, havada birbirleriye kavga ettirdiler. Yerde ise işçilerin, memurların, çiftçilerin ellerinden ekmek alındı. Ekonomide kriz belirtileri başladı. Birileri unvan aldı, makam sahibi oldu. Birileri unvanını ve makamını kaybetti. Durumu gören Turgut Özal,
Toplantıya katılayım, açılış konuşmasını yapayım daha sonra ayrılırım.
Demirel, acımasız ve sert siyasetini ortaya koyarak…
Olmaz.
Nihayet Turgut Özal, tepede yapılan kavganın ekonomiye zararı vardır anlayışıyla toplantıya katılmadı….
Buna benzer emekli paşaların tartışmasını Mümtaz’er Türköne köşesinde 28.Aralık.2008 Pazar günü kaleme aldı…
“Dindarların laikleri ötekileştirdiği ve üzerlerinde baskı kurduğu” iddiasını “mahalle baskısı” adıyla tartışırken, tam tersi bir örnek gündeme geldi.
“Emekli paşalar arasında bir söz düellosu patlak verdi. Tartışılan konu, Ordu’nun yüksek komuta kademesinde, emir-komutanın da devreye sokulduğu mahalle baskısıydı. Hadise iki açıdan temsil edici. Birincisi alkollü içki tüketmenin, laik olmanın ön şartı olarak kabul edilmesi. Eski Genelkurmay başkanlarından Kıvrıkoğlu, halefi Hilmi Özkök`ü engellemeye çalışıyor. Gerekçesi laiklik konusunda yeteri kadar hassas olmaması. Kıvrıkoğlu`nun Özkök hakkında böyle bir kanaati var. Mahkûm olan ve rütbeleri sökülen eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil`in gündeme getirdiği olay da, güya Hilmi Özkök`ün “laiklik zaafı”na dair. Bu zaafın göstergesi olarak nakledilen “mahalle baskısı”, ikinci temsil edici örnek. Kıvrıkoğlu Özkök`ü, şarap içmediği için azarlıyor, garsona dönüp, “Oğlum şuradan bir şarap getir. Hilmi de doğru dürüst içki içsin” diyor.
Tartışma Türk Silahlı Kuvvetleri`ni doğal olarak rahatsız etti ve bu rahatsızlık “resmen” ifade edildi. Bir eski komutanın, “İhaleye fesat karıştırmak” suçuyla kendisini mahkemeye gönderen eski komutanı laiklik üzerinden suçlamaya kalkması, aslında bir yığın fuzulî laiklik tartışmasına da ışık tutuyor. Bu kavgaya noktayı, Hilmi Özkök Radikal`den Murat Yetkin`e gönderdiği “savunma” ile koydu. Bu savunma çok önemli ve anlamlı. Çünkü bir eski komutan kendi askerlik onurunu korurken, çok önemli kurumsal eleştirilerde bulunuyor. Özkök`ün savunması, 28 Şubat süreci, asker-siyaset ilişkisi ve generallerin hükümete müdahaleleri gibi çok kritik sorunlara, ordunun en tepesinden güçlü bir ışık tutuyor.
Özkök, kendisinin 28 Şubat dönemi komutanları gibi hükümetle kavga etmediği için eleştirildiğini söylüyor. Bir Genelkurmay Başkanı, hükümetle kavga etmediği için diğer komutanlar tarafından suçlandığını ifşa etmiş oluyor. Silahlı Kuvvetler bünyesinde hükümetle kavga etmeyi doğal kabul etmenin ötesinde, aksi durumu kabullenemeyen bir anlayışın egemen olduğunu açıklıyor. Özkök kavga etmemesinin gerekçesini, “Halkımı, ekonomiyi, dış politikalarımızdaki dengeleri olumsuz etkilemekten kaçınma…” olarak sıralıyor. Özkök`ün, savunması tersinden okununca, bu hassasiyete sahip olmayanların baskısı öne çıkıyor.
Hilmi Özkök`ün, 28 Şubat`ı değerlendirdiği şu satırlar, mutlaka özenle not edilmeli: “Ben iyi niyetlerle ne yapıldığını, kimleri göndermekle kimlerin yollarının asfaltlandığını gördüm. Evvelki olayları incelediğimde asker elinin dokunmasının siyasetçiler için ne kadar `hayırlara vesile` olduğunu öğrendim. Bu nedenle benim tarzım farklı oldu.
Ben ulusun bütün dinamiklerinin harekete geçmesinin ve yapılacak işin, yapması gerekenler tarafından yapılmasının daha doğru olacağını değerlendirerek hareket ettim. Demokrasinin erdemine, onun zor, ama çok güvenli bir yol olduğuna daima inandım.”
Hilmi Özkök, onurlu bir asker. Savunmasının her satırında mesleğinin onurunu yücelten, yüksek bir sorumluluk anlayışını öne çıkaran bir askerin ahlakî prensiplerine bağlılığı görülüyor. Hareket noktası duygusal; ama sürdürdüğü muhakeme tamamıyla akıl ve mantık üzerine kurulu. Hilmi Özkök`ün, çizdiği sınırların dışına çıkan bir ordunun, ülkesinin çıkarlarını savunması ve koruması imkânsız. Enerjisini siyasete müdahaleye, siyasetçilerle kavgaya harcayan bir ordu sadece “paşaların kavgası”na sahne olur.
Bu tartışmanın bir ucunda, yolsuzluktan mahkûm olup rütbeleri sökülen bir eski Oramiral var. Bu eski amiral, bu onurlu komutana, şarap içmediği gerekçesiyle “laiklik karşıtlığı” imasında bulunuyor. Diğer tarafta kendisini istemeyen selefi Kıvrıkoğlu var. Kıvrıkoğlu, “Özkök`ü istemiyordum. Ben 2 yıl kendisini komutan olarak izledim. Bunun sonucunda da irtica ile mücadeleyi daha iyi yapacak birinin gelmesini istedim.” demişti. Özkök`ün savunması bu “irtica ile mücadele”nin “hükümete müdahale ve siyasetçilerle kavga” anlamına geldiğini gösteriyor.
Hilmi Özkök`ün, savunması, askerlik onuruna dair güçlü bir retorik metni olarak her askerin başucunda durmalı.”
Büyüklerin, güçlerini korumak ve yönetimde söz sahibi olmak için yaptıkları kavgalardan halkımız, ekonomi ve dış politika zarar görüyor. Faturayı da biz ödüyoruz… Saygılarımla…01.01.2009”
Gelişmiş ülkelerde devlet başkanı, başbakan, genelkurmay, mit, emniyet gibi kurumlar uyum içinde oldukları için hem ekonomileri gelişmiş hem de dünyada saygın bir konuma gelmişlerdir. Yapılan işlerin yanlış olup olmadığını tartışma yerine kavgaya dönüştürürsek, faturayı halk olarak biz öderiz.
Bel hücreleri, ayak hücreleri, el hücreleri, bulundukları bölgeyi idare eder. Ayak hücreleri, beyin hücrelerini tanımaz ve beyine müdahale ederse, insan vücudunda büyük bir arıza olur, sonunda felç olur ve sağ veya sol taraf çalışmaz. Yanlış veya doğru halk görev vermiş ise beyin hücreleri, insan vücudunu yönetmesine müsaade edeceğiz. Ayak hücreleri veya el hücreleri, halktan yetki alamazsa, beynin dışındaki hücreler, beyin ile uyumlu çalışmak zorundadır. Çünkü hayat boyu engebeli bir arazide hızlı bir şekilde, koşabilmek için… Saygılarımla….
Öğr. Gör. Ahmet Yaşar ZENGİN