Bir gün yolunuz Madrid’e düşerse, size gezmeniz gereken yerler olarak tarihi yapıları, Puetro Del Sol meydanını, Retiro Parkını önerirler.
Paris’te Eyfel Kulesi’ni, Lauvre Müzesi’ni, Zafer Takı’nı, Notre Dame Katedrali’ni, Şanzelize Caddesi’ni, Versay Sarayı’nı, Disneyland’ı, ConCorde Meydanı’nı, PontNeuf Köprüsü’nü, Sen nehrini…
Londra’da Regents Park’ı, British Müzesi’ni, Londra Kulesi’ni, Thames nehrini…
Viyana’da Anker saatini, kiliseleri, tarihi Gün Hundertwasser evlerini, hayvanat bahçesini…
Berlin’de meydanları, müzeleri, tarihi binaları, saat kulesini, heykelleri, dini mimariyi, çeşmeleri, parkları…
İnsanlık tarihinin geçirmiş olduğu aşamalara ilişkin kültür unsurları ile doğanın kendiliğinden sunduğu ama insan katkısıyla günün koşullarına göre düzenlenmiş yeşil alanlar, sular, taşlar, mağaralar en az maliyetle ekonomiye katkı veren değerler olarak sunulmaktadır.
Burada birkaç temel sorunun başlangıçta tanımlanması ve çözüm için buralardan başlanılması gerekmektedir.
1. Elinizde yukarıdakilerden hangileri ne kadar var? Bunun bir bilançosunu yapacaksınız.
2. Elinizde bulunanların güncel gereksinmelere göre nasıl düzenleneceğine ilişkin uzman çalışması yapacaksınız ve maliyet hesabını çıkaracaksınız.
3. Bu maliyeti karşılayacak önce öz, ardından da dış kaynakları saptayıp harekete geçireceksiniz.
4. Hedef kitlenizi çok iyi tanıyacaksınız ve
5. Bu hedef kitleye en kısa zamanda en etkileyici yöntemlerle ulaşacaksınız.
Bütün bunları yaparken insan unsurunu bu çalışmanın hedeflerine göre eğiteceksiniz. Gerektiğinde davranış kalıplarını dönüştürecek, beklentilerini yöneteceksiniz.
“Ben değişmem !” anlayışının egemen olduğu bir toplumda, sürekli değişen ve gelişen insana yönelik sunumlar yaratmak ve bunu kazanıma dönüştürmek olanaklı değildir. Böyle bir değişimin kendiliğinden oluşmasını beklemek ise süreyi boşu boşuna heba etmek olacaktır.
Dünyada benzeri görülmeyen bir tarihi binanın içerisinde estetikten, hijyenden, nezaketten uzak bir hizmet üretiyorsanız, bir geleni ikinci kez beklememeyi göze almışsınız demektir. Dahası, gelesi olanların bile “iştahının” kaçacağından emin olabilirsiniz.
Madrid’de, Paris’te, Londra’da, Viyana’da, Berlin’de olanlarla Kastamonu’da olanları karşılaştıralım isterseniz.
Yeşil alanıyla, deniziyle, tarihsel yapılarıyla, kültürel özgünlüğü ile dinsel ve toplumsal yapılarıyla, müzesiyle, müziğiyle kesinlikle eksiği yok, fazlası var.
Dünyanın imalat anlamında bir üretim fazlasının olduğunu, asıl arayışın tüketici/pazar bulmak olduğunu unutmazsak eğer, yukarıda saydığımız değerlerin gerçekten paha biçilmez ekonomik değerler olduğunu da görmemiz ve benimsememiz gerekiyor.
Biz “işimiz yok!” kolaycılığından “işimiz çok !” anlayışına geçemediğimiz sürece “yerinde say, marş marş !” basamağında oturup ağlaşırız.
Hani bir türkümüz var ya!
“Unun var mıdır?”
“Var, var!”
“Suyun, şekerin var mıdır ?”
“Var, var!”
“Ne duruyorsun? Helva yapsana, helva yapsana, helva yapsana !”
Kime mi söylüyorum? Ne bileyim işte, laf ola beri gele !..