Kastamonu’dan İstanbul’a doğru yola çıkan her aracın sadece koltukları değil bagajları da tıklım tıklım doludur. Gurbete giden yollarda yolcu ile birlikte eşyanın en fazla taşındığı zaman dilimi ise yaz sonu olur genellikle. Ne de olsa yaz sıcağında olgunlaşan memleket kokulu bol miktardaki taze sebze ve meyve bu dönemde genellikle Kastamonu’da hasat edilip bin bir emekle hazırlanıp gurbet ellere taşınır.
Sıladan gurbete geri dönen aileler kış boyu tüketecekleri kendi elleriyle yapıp hazırladıkları tarhanayı, yoğurdu, erişteyi, peyniri, sarımsağı, mantarı, üryani eriğini, köy ekmeğini, turşuyu, salçayı taşımanın derdini yaşarlar her daim. Özellikle hanımlar bir aylık süre içinde hiç boş durmadan mutfak ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamanın tatlı derdini yaşarlar. Ev yapımı salçanın, eriştenin, turşunun, salamura yapılmış asma yaprağının, tarhananın yerini hangi lezzet tutabilir ki?
İğneden ipliğe çuvallara özenle doldurulan erzakların her birinin ayrı bir hatırası, tadı, lezzeti vardır. Neler yoktur ki çuvalların, kolilerin içinde? Sadece İnebolu ilçemizden İstanbul’a günde orta ölçek bir fırını ayakta tutacak ekmek gider. Hatta İnebolu adını taşıyan İstanbul’da semt pazarları vardır.
İstanbul’da bizim hemşerileri görenler zorlukla taşınan erzakların içeriğini üç aşağı beş yukarı tahmin ederler. Kastamonu’nun helvası, pastırması, el dokumaları, İnebolu’nun taş fırından çıkmış somununu, biberini, kestanesini, Taşköprü’nün sarımsağını, Tosya’nın pirincini, Azdavay’ın balını, Devrekâni’nin çökeleğini, Daday’ın tarhanasını bilmeyen çok azdır.
Güngörmüş anne ve babalar kızlarını damatlarını, biricik torunlarını nasıl gurbet ellere eli boş gitmelerine gönülleri nasıl razı olur ki? Onun için sepetler, koliler, çuvallar hiç boşluk bırakmamacasına dolduruldukça doldurulur. Doğru dürüst ambalajlanmayan maddelerin akıp dökülme endişesi de firma yetkililerini düşündürür. Lakin o bitip tükenme bilmeyen çuvalları, hangi bagaja hangi servis arabasına sığdıracaklar? Dert büyük mü büyük! Özene bezene yapıp hazırladıkları malzemelere nasıl kıyıp bir kenarda bırakacaklar.
Şimdilerde özel araçlar oldukça yaygınlaştı, firma sayıları da çoğaldı. Doğrusu geliş ve gidişler daha kolaylaşmış, hızlanmış olsa da bu geleneksel manzara kolay kolay sona erecek cinsten değildir.
Aynı zamanda büyük şehirlerde ki komşularının kendilerine biraz şaka biraz gerçek “Komşu Kastamonu’dan bize ne getirdin?” sızlanmasının muhatabı olma endişesi onları kara kara düşündürür. Zira böyle bir soruya muhatap olma ihtimalleri oldukça yüksektir. Onun için ne olursa olsun eli boş geri dönmek istemezler. Çam sakızı çoban armağanı el emeği, göz nuru malzemelerden onlara da bir şeyler ayırıp verebilseler iyi olur hani diye düşünmeden edemezler. Komşu ve göz hakkı diye bir geleneksel değer vardır hala yaşatılan bizim hemşeriler tarafından. Her yörenin yöresel tat ve lezzetlerinden biraz da olsa tatmak zevki selim sahipleri için vazgeçilmez bir tutkudur.
Türk toplumunda sosyal patlama olmamasının sebebini bir sosyolog yukarıda anlatmaya çalıştığım köy ve kasabalardan büyük şehirlere gelen malzemelere ve ülkemizdeki insanlar arasında ki paylaşım ve yardımlaşma kültürünün varlığıyla izah etmişti. Siz ne dersiniz bu işe?