“Sürgünde sayıyorum kendimi.
İnsanı insan yapan sulardan, ormanlardan, çayırlardan kovulmuş gibiyim.
Kime ve kimlere hizmet ettiğimi net olarak bilemediğim beton kentlerde ne işim var diye düşünmeden edemiyorum. Sabahı sabah olmayan, akşamı huzursuz bu koca kavga benim için değil diyorum avazım çıktığınca.
Susmak ve susturulmak gibi sinsi bir işkenceden geçiyorum her yeni gün. Korkakça boğuluyorum, kalleşçe boğuyor beni bu yok sayılmışlık.
Kentin bana yabancı kirine savruluyorum ellerin yabasından. Gözümle dilim, dilimle elim, elimle umutlarım birbirine yabancı. Taş kesen düşlerim tıkanıyor tan ağartılarında. “Olmak” istiyorum ama olmuyor işte.
Yarım da olsa kahkaha atmak istiyorum.
Göç bu…
Attırmıyor.
Yarımlaşıyor insan. Bir soluk almayı paylaşmak zorundasınız. Bir “heyt be”ye özlem tırmanıyor damarlarınızdan beyninize doğru.
Ateşi düşürülememiş bir çocuğu yaşıyorsunuz yıllarca. Arada bir borca bağlanmış kucaklaşma yetmiyor.
Eksik bir “ben”le dolaşıyorsunuz size durmadan yabancı bakan kentlerde.
Aramak;
Neyi ve kimi?
Toprağım, dilim, elim benim ve benimle olsaydı keşke.
Yalvarmak zorunda kalmasaydım keşke postadan gelen fotoğraflara. İçinde olabilseydim.
Tadabilse, koklayabilse idim dememek gerek…”
Oysa tüm bunları hak etmiyor olan bir coğrafyanın çocukları olarak, yukarıda yazdıklarımdan bi haber yaşamak ne güzel olurdu.
Biz, Kastamonuluyuz. Kastamonu da biz. Ama ne biz Kastamonuluyuz, ne de Kastamonu biz. Ferdi Tayfur’un olsa gerek “ Hadi gel köyümüze geri dönelim” diye bir şarkısı var ya. Göçü önlemeye yönelik ve devlet destekli. Şöyle olamaz mıydı? “Hadi gel köyümüzü kent yapalım da el kapılarında çırpınmayalım” Bunu da devlet destekleseydi…
Ben,
Kastamonulu olup Kastamonu’yu tanımayanların daha çok olduğuna inananlardanım. Ama suçlu değiller tabi. Bir coğrafyanın “değer ölçümleri” yapılmamış ve bu değerler o yer insanlarına “özellikle” sunulmamışsa, dana altında buzağı ararım.
Hep dedim, diyorum.
Siz ey eli imza atmaya yetkili olan Kastamonulular!
Eğer, kalemlerinizi ıvırıp kıvırmazsanız bu Kastamonu gerçekten “Kuzeyin Kenti” olur.
Bırakın Ankaralarda, İstanbullarda büyüme hevesinizi. Cennet vatana bir göz atın. Açın bir harita, ölçek hesabı yapın. Alın bir tarih kitabı da Kastamonu’yu okuyun. Her köşesinden bin bir umut fışkıran yalnızlığına el verin. Siz gitmeyin, size gelsinler. Çünkü buna değer bir coğrafyanın insanısınız.
Bu canım coğrafyayı, kramp geçirmiş bir hasta olarak görmeyin. Öptüğünüzde dirilecek bir denizkızı; el verdiğinizde şenlenecek vahşi bir cennet; üç kuruş harcadığınızda on kuruşu elinize sayacak bir cömert olarak bakın.
Her kahkahanıza vadilerinden sonsuza kalacak karşılık bulacağınız bir coğrafyanın çocuğusunuz. Her dalgasından türküler üretebilecek bir denizin çocuğusunuz. Her dalından bir roman çıkacak meşelerin, çamların, köknarların, çınarların, kavakların çocuğusunuz.
Bakın, Ruslar ayı ile dünyaya kafa tutuyor.
Siz, o ayıların duygu zenginliğinin ev ortağısınız.
“Yaylalar yaylalar” bizde yok mu?
Ormanımız ve ormancımız yok mu?
“Deniz üstü” bizde köpürmez mi?
Bizim aşmak için “bahça duvarlarımız” yok mu?
“Seherde bir bağa girdim” diyecek kadar yüreğimiz yok mu?
“Hadi gel köyümüze geri dönelim” değil ama!…