Kitabın orta yerinde kalmıştı aklı. Takıldı, yürümedi gözbebekleri, kötürüm oldu sanki. Bir nefes aldı ve diğer kelimeye geçmeye zorladı kendini.
Olmadı.
Bulunduğu mekan birden anlamsızlaştı, buğulandı gördüğü her şey.
Gözlerinin önünden geçen sadece son duyduğu sözler ve hançeresine değen sesti.
Aynı cümleleri bir akşamüstü sahaftan aldığı, yalnızlaşmış kitaplar arasında bulduğu satırlarda altı çizilmiş, notlar eklenmiş halde buldu.
Yıllar önceydi.
Kimsenin geçmediği sokakları keşfettiği, kimsenin çıkmaya cesaret edemediği yolculuklara çıktığı, kimsenin anlamaya çalışmadığı sözleri paylaştığı dostu bir gün kapısına gelmiş ve ona:
“Ben gidiyorum!” deyivermişti.
Sabahın o mahmurluğunda anlamamıştı ilkin, hafif rüzgar yüzüne çarpınca, uyandığını anladı ve afalladı, dizlerine doğru biriken ağrıyı farketti ve kapının pervazına tutundu. O an o dosttu ona, dayanılabilecek, yıkılmayacak, tutunacak, tutunulacak…
Nitekim, öyle de oldu.
Nefes aldı, istemsiz…
Harfleri ilk defa birbirine uluyormuşçasına, ağzının içinde kocaman olan o soruyu sordu?
“Neden?”
Dostu yüzüne baktı ve serseri ruhunu yüklediği sırt çantasını omzundan kaymak üzereyken düzeltti ve dostunun gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti.
“Ben buraya ait değilim, aslında içimde bir yer var, gitmek istediğim. Bu yolculuk içimde gitmek istediğim yer için,” dedi.
Dostu sen buraya aitsin, paylaştıklarıma, gülüştüklerime, ağladıklarıma, yaşadıklarımıza, dört mevsime, hani o ilk gökyüzünde hilali gördüğünde beni aradığın an var ya, sen işte o ana aitsin. Nereye, diyecek oldu, diyemedi.
Pervaza daha da dayandı.
İyi ki sıkı dayanabileceği bir yer daha vardı.
Israrın fayda vermeyeceğini biliyordu, kararından dönmeyeceğini bilecek kadar tanırdı onu.
Sadece”Peki!” diyebildi.
Pervaz elinde öyle yumuşadı ki, kalbi mermer gibiydi o an.
Artık ona dayanıyordu.
“Üzüldüğünü biliyorum, ama mesafeler ayrılık demek değildir,” dedi yolcuğa karar vermenin küstahlığıyla devam etti konuşmaya:
“Ama biliyorum ki, sen benim yapmak istediğim her şeyi de seviyorsun, o yüzden, kızmazsın bana. İçimdeki yolculuğun bir parçasısın, hem de en tatlısı” deyiverdi bir çırpıda.
Rüzgar öyle esti ki, alıp götürseydi o an sormazdı, kızmazdı da.
“Peki!” dedi yine.
“Tüm eşyalarımı dağıttım, kitaplarımı, plaklarımı… Hepsini elden çıkarttım. Kimseye yük olsun istemiyorum, “dedi.
“Peki!” dedi dostu yine.
Son defa sıkıca sarıldı ona.
Pervaz artık un ufak olmuştu. Bıraktı kollarını, rüzgar bağışlamadı bu sefer, iyice sarstı ruhunu. Dostunun kollarına savurdu onu. Gözyaşlarını iyice emzirdi
gözbebeklerine. Dudaklarını iyice kenetledi birbirine. Ağlamamalıydı. Son hali aklında böyle kalmamalıydı. Saçlarını dağıttı rüzgar, hızlı bir tokat savurdu ona.” Kendini kaybetme!” diyordu ona.
Kolları ayrıldıktan sonra bahçe kapısından çıkarken son defa ardından baktı dostuna.
“Gitme!” diyemedi yine.
Gözden kaybolana kadar baktı ardından.
Ayak izlerinin üzerinden yürümek istedi, o anı durdurmak, bağırmak, ağlamak…
Olmadı…
Biraz eksik, biraz asık suratlı, biraz suskun geçen yılların ardından elinde tuttuğu kitap onun yıllarca biriken gözyaşlarını serbest bıraktı.
Dostunun giderken elinden çıkardığı kitaplardan biriydi elinde tuttuğu.
Onun el yazısını gördü. Notlarını okudu.
Son sayfadaki iki satır yazıyı bir de:
“Sen benim dostumsun, mesafeler ayrılık değildir.”