Aylar oldu sen buralardan gideli ama hiç aramadın. Oysa gitmek istemiyordun. Alıştım buralara, diyordun. Oysa gideli aylar oldu ve sen bir kez olsun aramadın. Seninle iyi dost olmuştuk. En çok sevdiğim sensin, senden ve buralardan ayrılmam, diyordun. İşin o kadar iyi olmasa da, bir şirkette ofis boy olarak çalışıyor olsan da, işini severek yapıyordun. Yaptığın iş sana bir gelecek sağlayacak kadar sağlam olmasa da, mesai arkadaşlarınla ilişkilerin çok iyi olduğunu biliyordum. Patronun oğluna ağabeyim diyor, ona ellerinle çay yapıyordun, O’da sana çok sevdiğin çikolatalardan alıyordu. Başka iş yerlerinden teklifler alsan da gitmeyi düşünmüyordun. Ne kadar isterlerse istesinler, ne kadar çok para verirlerse versinler buralardan gitmeyeceğim sözlerine inanmıştım. 0ysa sen, bütün sözlerini unutup gittin sevgili. Senin bir şeyi isteyip istemenin ne olduğunu, hayatını dolduran değerlerin hangisinden vazgeçip, hangisinden vazgeçmeyeceğini, inandığının peşinden yılmadan koşturacağından emindim.
Seviyorum, diyordun. Oysa sevmek, bir şeyi çok istemek demekti. Sevmek, istediğini elde etmek için ölmeyi dahi göze almak, ne pahasına olursa olsun vazgeçmemekti. Sevmek, inanmak demekti. Sevmek, güvenmek demekti. Sen beni hiç istemedin sevgili. Oysa ben seni çok istedim. Hep seninle olmayı hayal ettim, tutkuyla, hırsla hep seni bekledim.
Seni her gün daha da çok istemeye başlıyordum. Sana doymuyordum. Her gün seni daha fazla görmek istedikçe sen, benden uzaklaşıyor, sen uzaklaştıkça bende seni daha çok istiyordum. Sanki sen olmayınca hayatımın bir yanı eksik kalıyordu. Her gün gözümde daha da büyüyordun. Seni unutmak istedikçe daha sıkı bağlanıyordum. Çünkü istemek, istenilen bedeli ödemekten kaçmak değil daha da arzu etmek demekti.
Şimdi yalnızlığın pençesine düşmüş, kendi içinde sorunları büyüten, zavallı, işe yaramaz, bencilliğin cezasını ödeyen, kıymet bilmemenin gününü gören, kendi etrafında boşlukta sallanan birisi oldum. Yaralı ve kimsesizim. Belki de sen haklıydın. Seni beklettiğim gecelerin, sana çektirdiğim acıların bedelini ödüyorum şimdi. Hep ertelemenin o garip durgunluğunu, bekleyişin nasıl bir dünya olduğunu şimdi ben kendim yaşıyorum.
Artık uzaklardasın sevgili. Senin yokluğunda hüzünle yanıp tutuşan, gözyaşı döken ben oldum. Artık istediğim zaman seni göremiyorum. Artık istesem de ellerinden tutup rüzgarda dalgalanan saçlarını toparlayıp o gül yüzünden öpemiyorum. Ne kadar çok arzulasam da gül kokulu tenini koklayamıyorum.
Yalnız kaldığımda anladım ki sevgili seni sandığımdan daha çok seviyormuşum. Bu şehirden gittiğin gün, hayatımın en kötü, en berbat, en gelişi güzel günlerindendi. En kötüsü, beni bırakıp gitmendi. En kötüsü, çaresizliğin verdiği acıyla tek başına kalmamdı. En kötüsü, yarım kalmış, yaşanamamış günlerin ağır ağır yok oluşa doğru sürüklenmesiydi.
“Sen beni istemiyorsun, beni istemediğini davranışlarından anlıyorum. Yoksa kendine başka sevgili mi buldun? Ben hep senin zor anlarında yanındaydım. Oysa şimdi ben yalnızım sen yoksun”, diye yazmıştın bir gece. Sözlerin gecenin ortasında bütün gökteki yıldızları yere serpiyor, şehrin bütün ışıklarını ansızın kesiyor, baktığım her yer karanlığa kesiliyordu. Çünkü ancak mutlu evlerin tepelerinde yıldızlar parlardı. Aslında ışık gibi parlayan yıldızlar değil, mutlu insanların sevinçlerinin gökyüzüne yansımasıydı. Sen gittin gideli bütün geçtiğim yolların yıldızları ayaklarımın altına düşmeye başladı. Yürüdüğüm bütün yollar karanlık, sensiz karanlıkta yolunu arayan meçhul bir yolcu oldum.
Sen beni hiç istemedin sevgili.
Ne zaman istediğin an gelemediysem seni ihmal ettiğimi düşünüp, büyüttün yaptıklarımı. Nice mutlu günlerin sonunda dargın ayrılıp gittin. İsteseydin eğer, çok sevseydin, birlikteliği seçseydin bırakıp gitmezdin. Sevmek birazda fedakâr olmak demekti. Sevmek, birbirini anlayabilmekti. Sevmek, sevdiğini istediğin gibi değil, olduğu gibi kabullenmekti.
Sen beni yeterince istemedin sevgili.
Şimdi sevginin yaşanmamış ve yarım kalan günlerin sürgünü oldum. Şimdi uzaklarda anladım ki sevgili, hep seninle olmak isterken hep uzağına düşmüşüm. Oysa öylesine çok sevmiş, öylesine benimsemişim ki, kendime inanır gibi inanmışım sana. Kendi yüreğimi yazar gibi yazmışım seni. Şimdi senden uzakta yaralı, parçalanmış ve kimsesiz kalmış yüreğimle anılarınla zoraki avunmaya çalışıyorum. Şimdi ağlıyorum sevgili. Yalnız kalmama ağlıyorum. Seni kaybetmeme ağlıyorum.
Oysa biz bakışlarımızla sevişiyorduk. Ne zaman elinden tutsam, sımsıcak sevdanın bütün bedenime yayılıyor nefesinle yeni yolculuklara çıkıyordum. Şimdi konuşacak hiç kimsem yok yanımda. Suskun ve çaresizim.
Susmak, için için ağlamak oluyormuş. Şimdi daha iyi anlıyorum neden insanların otogarlarda ayrılırken konuşmayıp sadece bakıştıklarını. Şehirler arasına saçılırken sevda bütün yollar gözünde küçülüp uzaklıklar yakın oluyormuş. Ellerinde kalıyormuş ellerinin kokusu yıkandıkça gitmeyen.
Bazen konuşmak gerekmiyormuş; bir damla gözyaşı, bir hüzünlü bakış, bir el sallayış, bir dokunuş her şeyi anlatıyormuş. Bir dokunuşta bütün bedeni onun ateşiyle kül oluyormuş. Susmak, konuşmak demek oluyormuş. Susmak, ağlamak oluyormuş.
Meğerki, insan çok sevdiğinden ayrılınca bir boşluğa düşüyormuş.
Meğerki, insan çok sevdiğini kaybedince içinde hiç kapanmayacak bir yarayla baş başa kalıyormuş.
Meğerki, insan çok sevdiğini kaybedince sevdiği herkeste ona benzeyen bir şeyler arıyor, onu anımsatmayan hiçbir şeyi sevemiyormuş.
Meğerki, insan çok sevdiğinden ayrılınca, onu görebileceği bir günü hep hayal edermiş.
Meğerki, insan çok sevdiğinden kavga ederek ayrılmış olsa da onun hep mutlu olması için dua edermiş. Ama insan kaybettiğini bir daha asla bulamıyormuş.
Meğerki dostları olmayınca dünyası hep yarım yamalak kalıyormuş.