Çocukken bana ne olacaksın diye sorduklarında hep öğretmen diye cevap verirdim. Benim için öğretmen demek, bilmeyi sevmek demekti en çok, paylaşmaktı ve bilmeye kucak açan yüreklere yaren olmaktı.
Çocukken başlayan hayalim büyüdükçe küçüldü sonra. Çünkü öğrenmeye başladıkça, öğrendiklerim çoğaldıkça, öğretmenlerimin fedakarlıklarını ve sabırlarını gördükçe kendimde bu kadar inanç olmazsa, sabır olmazsa öğrencilerimi küstürebilme ve yüreklerini köreltme ihtimalinden hep korktum. Ama hayat sizin korkularınızdan kaçmanıza fırsat vermiyor.
Aslında iyi ki de vermiyor.
Öğrenim hayatımın tüm tecrübelerini soluduğum ve solumaya da devam ettiğim bu yolculukta kişiliğimin şekillendiği köşeleri değerli öğretmenlerime borçluyum. Sonra farkettim ki, onların ayak izini sürüyorum. Onların bana bıraktığı hayat bahçesinde dolaşıyorum. Bana öğrettiklerini anlatıyorum ve paylaşıyorum.
Bir süre sonra fark etim ki anlattıkça, paylaştıkça azaldı korkularım, kaygılarım.
Bir süre sonra öğrencilerimle aramda adını koyamadığım ama bakışlarla konuştuğum gizli bir dil oluşmuş. Bir de baktım ki aslında onlar bana öğreten olmuşlar hayatı.
Şimdi hayatımın tam ortasındayım.
Hala öğreniyorum, bir yandan öğretmeye çalışırken.
İnanıyorum ki, en çok öğreten öğrenmeli daima.
Ona açılan kollara en çok o sarılmalı.
En çok bilmediğinin farkında olan öğreten olmalı.
Kendisiyle konuşmalı zaman zaman.
Empatinin her türlüsünü ve bambaşka dilleri öğrenmeli.
Bir gün benim öğrencilerim de onlara bırakabildiğim izlerden gelecekler peşimden.
Bana bırakılan izlerde, onlara bıraktığım izlerle karşılayacağım onları.
Ellerinden tutacağım yine ve aramızda sadece birbirimizin anladığı dilden konuşacağız yine.
Tıpkı benim öğretmenlerimle konuşabildiklerim gibi…