Her işimiz hızlı… Çabuk uyanıyoruz, aynaya bakmadan giyiniyoruz, kahvaltı bile etmiyoruz çoğu zaman. İşe çabuk geliyoruz, çabuk akşam olsun diyoruz, akşam oldu sabah olsun diyoruz, çabuk olsun diyoruz ama…
Zamana mı biz yetişiyoruz, zaman mı bizi çemberinde koşturuyor, orası muamma… Bu hal tıpkı kedinin kuyruğunu yakalamaya çalışması gibi bir şey. O zaman orada biz tutmaya ve yaşamaya çalışıyoruz. Ne yazık ki bu koşuşturmaca içinde pek çok şeyi de ıskalıyoruz; ailemizi, dostlarımızı, arkadaşlarımızı, hobilerimizi, dahası hayatı yaşamayı…
Peki değer mi?
Pek çoğumuz “ekmek parası, ne yapalım?” diyecek. Elbette öyle ama sabah uyandığınızda aynaya gülümseyerek bakan bir yüzü kim nasıl üzebilir o gün? Tatlılıkla yapılan kahvaltıyı hangi saatin lezzetine değişir insan? İşe giderken açan çiçekleri kim soldurabilir? İş arkadaşlarınıza “günaydın” deseniz kıyamet mi kopar?
İç sesinizi duyar gibiyim.
Elbette bir şey olmaz diyeceksiniz?
Olmazsa neden peki bu kendinden, sevdiklerinden, sevdiği hallerden vazgeçişi, ıskalayışı insanın…
Zamanla hayatımız yerine otursun, daha rahat şartlarda yaşayalım derken bir de bakmışsınız o hayatı erteleyerek yaşadığınız kimseler kalmamış yanınızda. Hepsi tespih taneleri gibi dağılmış… Hepsi de hayatınızdan kaybolmuş yavaş yavaş…
Olduğunuz yerde şimdi çok paranız var, çok zamanınız ama kaç bahar sevdiklerinizle yaşamadan geçmiş, kaç çiçek siz görmeden açmış ve solmuş. Kaç kişi doğmuş, büyümüş ve hayatın içinde farklı yollara sapmış.
Belli değil…
Doksan yaşına gelmiş bir aile büyüğümüze hayatın anlamını sormuştum. Bana:
“Kızım sevebiliyorken sevin, yiyebiliyorken yiyin, gezebiliyorken gezin, giyebiliyorken giyin” demişti…
O zaman o kadar idrak edemediğim sözü şimdi daha iyi anlıyorum.
İş hayatı, okul hayatı, kurslar derken yorgunluğumu dinlendirdiğimde ilk aklıma gelen bu cümle oluyor ve o zaman hayatın içinde keyif alabileceğim köşelere çekiliyorum. Kendime kimsenin göremediği bir dünya kuruyorum ve orada oturuyorum bir süre… Kimsenin duymadığı kelimeler söylüyorum kendime… Kocaman bir gökyüzüm var ve oradaki her şey bana gülümsüyor; güneş, ay, yıldızlar, bulutlar, yağmur, rüzgar… Hepsi…
Ve sevdiklerim elbette…
Onlarla hayatın değişimini ve dönüşümün hüznünün yanında büyüyen keyiflerimizi de paylaşırken yenileniyorum…
Biraz yavaşladığımda dinlenmiyorum sadece, dinliyorum da, demleniyorum da yenilenmek için…
Koş yoksa düşersin sloganına inat, dur yoksa düşersin sloganını söylüyorum hayatı ıskalayanlara…
Bilmem anlatabildim mi?
Selam ve dua ile…