Tarihinde bizim kadar gelgitleri olan toplum sayısı neredeyse yoktur. Dönem dönem birbirinden apayrı, birbirine taban tabana zıt süreçler yaşamışız.
Tarih sahnesine Hunlarla çıkmış, Çin gibi koca bir devleti ürkütmüş, vergiye bağlamışız. Ama çok sürmemiş. Çin politikalarının kurbanı olmuşuz. Başka etkenler de eklenince önce parçalanmış sonra da yavaş yavaş yok olmaya başlamışız. Dağılmışız. Asya’nın kurak yollarında yüzlerce yıl yol yollamışız. Bir kısmımız benliğini yitirmiş, geleneğini göreneğini unutmuş. Başkalaşmış. Ama sonunda Türkler, devletlerini kurmuş, altın çağlar yaşamış. Boylar boylanmış, soylar soylanmış ve Oğuzlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Kumanlar, Türgişler… Biz varız demişler.
Selçuklu ile dönemin ve coğrafyanın zirvesine çıkmışız. İran, Irak, Kirman, Anadolu…
Abbasilere ve özellikle Halife’ye kol kanat germişiz. İslam’ın koruyucusu ve yayıcısı olmuşuz. Abbasi Halifesi, Rüknüd-din (dinin direği), Rüknüd-devlet (devletin direği) unvanlarını vermiş Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e. Bizans’a, Haçlılara karşı savunmuşuz İslam’ı, Anadolu’yu, Arapları, Acemleri, Türkleri… Ama sonra, kendi kimliğimizden uzaklaşmışız. Dilimizi unutmuş Arap ve Fars diline bağlamışız kendimizi. Türkçe adlarımızdan utanır olmuşuz. Bir Arap hayranlığı sarmış bedenimizi. Bin yıllık geleneklerimizi terk etmişiz. Bizans oyunlarıyla baş edememişiz, başkalaşmışız ve bir daha yıkılmışız Selçuklularla.
Pes etmemişiz.
Akın akın gelen Türkmen boyları yeniden dirilmiş Osmanlıyla. Bizans’ı, Frenk’i dize getirmiş, İstanbul’u, Balkanları almışız ellerinden. Akdeniz’i, Karadeniz’i tutmuşuz. İpek Yolu’nu Baharat Yolu’nu koymuşuz kesemize. Mısır’ı, Libya’yı, Fas’ı, Cezayir’i, Tunus’u katmışız haritamıza ama bir gün yine başkalaşmaya başlamışız. Eğitimde bilimden uzaklaşmışız. Beceriksizlik yönetimin tepelerine tırmanmış. Türklükten utanır olmuşuz. Halkı bir yana itmiş yönetenler, tam bir saray adamı olmuşlar. “Vur patlasın çal oynasın”lara dalmışlar. Halkın içine kamçılı adamlar salmışlar, ya vergi almışlar ya da asker. Rüşvet, kayırma gırla gitmiş. Devletin malı denizi tüketmişler. Fransız’ın, Alman’ın, İngiliz’in, Ermeni’nin, Rum’un kasasına muhtaç olmuş yönetimlerimiz. Borçlandıkça da vermişler kamçıyı Türk’e. Tarlasına tapanına göz dikmişler. Basını susturmuşlar. Jurnalciliğe alıştırmışlar insanları. Komşu komşuyu ispiyonlar hale gelmiş. İstipdad zamanında üç kişi yan yana yürüyemez olmuş. Duyun-u Umumiye çökmüş devletin maliyesine. Müneccimlerin kehanetleri tutmayınca avuç avuç topraklar kaybetmişiz. Orduyu Fransızlar eğitmiş. Vermeye öylesine alışmış ki yönetenlerimiz, günün birinde İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan, Rus, Rum, Arap ortaklığının Türkleri bu coğrafyadan kovmaya kalkışacaklarını akıllarına bile getirmemişler. Günü gelince de bu ortaklar üşüşmüşler leş kargaları gibi üstümüze.
Pes etmemişiz.
Tek tek kovalamışız topraklarımıza göz koyanları ülkemizden.
Mustafa Kemal diye birisi çıkmış ve düvel-i muazzama’ya hiç unutamayacağı bir şamar indirmiş.
Dağılıp gidenin yerine daha dinç, daha aydınlık, daha akılcı, daha insancı, daha gelişmeci, daha bağımsız, daha onurlu ve daha milli bir yeni devlet kurmuş ve kendisini toprağa, kurduğu cumhuriyetini de damarlarında soylu kan taşıdığına inandığı TÜRK gençliğine emanet etmiş.
Mustafa Kemal’e kin besleyenler boş durmamış. Her fırsatı, bu ülkeyi bölüp parçalayıp yutmak için kullanmışlar, içeride ve dışarıda el birliği yapmışlar.
Borçlar dağ olmuş. Yurttaş aç. Rüşvet ve kayırma günlük basit işler olmuş. Millilik utanılacak bir duruma düşürülmüş. Bankalarımız, fabrikalarımız, topraklarımız, sularımız yabancılara peşkeş çekilmiş. Korku, sokağın her yerine yerleşmiş. Basın basın olmaktan çıkmış, demokrasi rafa kalkmış ve kişiye özgü hukuk düzenine geçilmiş. Seçimler seçim olmaktan çıkmış ve sonuçları önceden belirli olan tiyatro oyunlarına dönmüş. Kendimizi değil Amerika’yı, Katar’ı, Suudi’yi, Barzani,’yi, Kandil’i, İmralı’yı, Tel Aviv’i, IŞİD’i dinler olmuşuz.
Sonuç mu?
Tarih, geleceğin aynasıdır…