Çocukluğumun geçtiği Azdavay’da Ramazan’dan ve köy konaklarından kalan en büyük hatıra her halde manilerdir. Babam Ramazan davulu çalardı. Köy köy gezer, maniler dizerdi. Bazı zamanlarda evde mani okuduğunu da duyardım. Kimisi doğaçlama, kimisini de büyüklerden öğrenmişti. Tabi bunun karşılığında üç-beş yumurta alırdı. Genelde sahurdan sonra gelirdi. Çoğu zaman babama manileri sorardım. Çocuk olmak mani dinlemeye engel değildi. Oysa yetişkinler maniyi sadece Ramazanlarda söyler ya da köy konağındaki eğlencelerde söylerlerdi. Oysaki mani içinde birçok aklı barındıran söz söyleme sanatıydı. Severdim. Dinlerdim. Ama hiç söylemedim.
Zaman su gibi akıp geçiyor. Ve yıllar sadece yaşımızı almakla kalmıyor ve yanında birçok kültürümüzü de alıyor. Onlardan biri de bence manilerimiz. Ne zaman söylenirse söylensin mani söylemek engel olmamalı insana. Bakınız bir Azdavay manisine;
Yar özlemi neler söyletiyor.
Yar dibinde yonca,/Biter yar boyunca,/Boyu uzun beli ince,/Duramam yarı görmeyince.
Maniyi söyleyenin derdi yârini görememek. Pek ince anlatmış. Ne güzel anlatmış.
Görümceden çekmiş eskiler, gelin evine girerken ne güzel söylüyorlar;
Çatalzeytin, Abana’ya yakın,/Gız görümcenden gendünü sakın,/Görümcesi olan gözel gızlar,/Hepiniz derdinize mum yakın.
Sevdiği erkeğin ilgisizliğinden yakınan hanımefendi ne demiş;
Gayadan inek bakar/İneğin anlı sakar/Benim sevdiğim oğlan/Beni sevmeden gaçar
Bekarlıktan çok çekmiş yağız delikanlımız ne diyor;
Karşıda koyun kuzu/Koyuna verin tuzu/Koyun tuzu neylesin/Bekâra verin kızı
Uzak diyarlara gelin gitmiş kızımız anasına nasıl da sitem ediyor;
Gayadan attın anam/Gumlara gattın anam/Birçok gızın var gibi/Uzağa attın anam
Peki, Mani’nin edebiyatımızda yeri nedir?
Mâni, başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türüdür. Arapça kökenli bir kelimedir. Halk kültüründe Goşa (Koşa) olarak da bilinir. Goşa sözcüğü Türkçede çiftlenmiş (ikili) demektir ve maninin kafiye yapısından dolayı bu ad verilmiştir. Koşa kelimesi “beyit” manası da taşır. Anonim halk edebiyatında en küçük nazım biçimidir. İlk iki dize hazırlık dizeleridir. Son iki dize ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen son iki dizede verilir. En çok kullanılanlar düz ya da tam mani, kesik mani, cinaslı mani, yedekli mani, artık manidir.
Manilerle ilgili Kastamonu’da yapılan birçok çalışma var. Tavsiye edebileceğim bir çalışma olarak Sagıp ATLI’nın “Taşköprü’de Mani Söyleme Geleneği” adlı tezidir. Kapsamlı bir çalışma. Sadece Taşköprülü hemşerilerimiz değil tüm Anadolu’yu içinde barındırıyor. Temin etmeninizi öneririm.
Karacaoğlan’ın, Bayburtlu Zihni’nin, Dadaloğlu’nun ve daha birçok halk edebiyatına ürün vermiş ozanların manileri vardır.
Benim de sizlerden bir ricam var, sizler de aile büyüklerinizden öğrenmiş olduğunuz manileri bizimle paylaşabilirsiniz. Belki güzel bir derleme yaparız.
Geçen haftaki yazımın sonunda sizlerle paylaştığımız Topal Akif hikâyesinin devamı ile sizleri başbaşa bırakıyorum.
Esenlikler dilerim
Topal Akif
Öküzler koşulurken pek rahat durmuyordu. Akşam ezanı okunuyordu. Akif namazını kılmak için odaya indi. Akif’in anası da arabayı hazırlamıştı. Akif namazını kılıp öküzlerin başına geçti. Boyunduruklarını kontrol etti. İyice bi öküzleri sevdi. Ve öküzlerine “Bu gece çok işimiz var” dedi.
Arabanın ve öküzlerin koşusunu eliyle kontrol etti. Öküzlerin sırtlarını sıvazladı. Öküzleri çelimsiz olmasına çelimsizdi ama altın sarısı renkleri vardı. Bakmaya kıyılmıyordu. Üngendiresini eline alıp öküz arabasının önüne oturdu. Üngendiresi ile öküzlerin arkasına dokundurdu. “Haydi oğlum, yolumuz uzun” dedi. Öküzler sırtlarına vurulmuş arabanın hareket etmesiyle birlikte gideceği uzun yolu anlamışçasına gıcırtı sesleri ile yaşlı bir adamın yürüyüşü gibi ilerliyordu. Arabanın tekerlekleri her çukura girdiğinde Akif arabadan iniyor ve arabanın ilerlemesi için öküzlere destek oluyordu.
Gece olmak üzereyken Topuk köyünün altındaki Kurtboğazı’na gelmişlerdi. Ortalıkta kimseler yoktu. Sadece Akif, öküzler ve geceyi yırtarcasına ses çıkaran cırcır böcekleri vardı. Bir de kurt uluması duyuluyordu ay bulutların arasından sıyrıldıkça. Akif öküzlerin boyunduruklarını çözüp ağaca bağladı. Önlerine de köyden getirdiği yulafları koydu. Karanlıkta orman pek seçilmiyordu. Ama bir ağaç kesmeliydi. Şöyle bir baktı. Çeşit çeşit ağaç vardı. Kimi uzun ince, kimi bodurcaydı. Ağaçların en genişini kesmeye karar verdi. Testereyi alıp hemen ağaca sürttü. Bir öte itiyordu, bir beri. Bir saate yakın sürttürdüğü testereyi. Ancak bir parmak kadar kesebilmişti. Ağaç kesmenin bu kadar zor olduğunu düşünmemişti. Ama eve boş giderse anasının yüzüne nasıl bakardı. İyice soluklandı. Yeniden işe koyuldu. Uzun uğraşlar sonucunda ağacı kesmeyi başarmıştı. Evet ağaç devrilmek üzereydi. Ağacı iyice iteledi. Ağaç devrilemeye başlamıştı. O da ne pantolonun paçasına ağacın dalı girmiş ve Akif’i kendine doğru çekiyordu. Bir acı duydu. Her yer karardı. Sesler kesildi.
Devamı Haftaya