Derin Diyaloğun Konuğu: Nazım Madenoğlu

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Murat Güven ile Derin Diyaloğun Konuğu: Nazım Madenoğlu

Çeşitli gazetelerde köşe yazıları kaleme alıp, farklı TV kanallarında programlar icra etmek suretiyle bir Kastamonulu olarak uzun süredir bu camianın içinde olan bendeniz için, farklı bir mecraya geçişin ilk adımı oldu ” Gazete İstamonu”

En son Kastamonu TV’de sizlerle buluşturduğumuz “Derin Diyalog” bundan böyle “Gazete İstamonu” sayfalarında devam edecek yayın hayatına.

Hüseyin Karadeniz’in önermesi sonucu Yönetim Kurulu Başkanımız Sayın, Yaşar Kayacan ile tanışmamız sonrası kadrosunda yer almaktan onur duyduğum ve kısa sürede kaynaştığımız ekibimizle, ihtiyaç duyulan ve beklentilere yanıt verecek bir Gazetenin, “Gazete İstamonu”nun ilk sayısından merhaba…

***

Yunus Emre’nin, “Bir ben var, benden içeru” dizelerinde olduğu gibi, bir başka duygu dünyasında yolculuk etmek gibi bir şey Sayın Madenoğlu ile söyleşmek.

Devlet ciddiyetini insan sevgisiyle sarıp sarmalayarak kendine has bir üslup geliştiren, kat ettiği kilometrelere sevgi kaldırımları döşeyen bir Kastamonulu o… Varoluş gayesini “insana hizmet” diye açıklayacak kadar somut ve net, memleket meselelerini görevinin ve sorumluluğunun ötesinde içselleştirecek kadar biz.

Okulu bile olmayan bir köyden, okumuşluğun değerini bilen ve bunu herkese aşılama gayretiyle etrafına ışık saçan bir bilge tavrının günümüz temsilcisi.

18 Nisan Salı… Takvim yapraklarının ilkbaharın geldiği müjdesine inat, her hafta üç beş gün kış soğuğunu yaşatarak sürprizler yapan havaların, fırtınalı, hortumlu bir gününde öğle saatleri. Birçok yerde çatıların havaya uçtuğu gün.

Genel yayın yönetmenimiz, Hüseyin Karadeniz’le birlikte İstanbul / Esenler’de, Kaymakamlık binasındayız.

Yayın hayatına başlamasına birkaç gün kalan “Gazete İstamonu”nun ilk sayısının ilk röportajını yapmak üzere Kastamonulu hemşerimiz, Esenler Kaymakamı Sayın Nazım Madenoğlu ile saat 11: 30’a randevumuz var. Klişe sözle, Gazetemizin doğum sancılarını ve heyecanını hazırlık sürecinin her evresinde yaşadığımız gibi burada da yaşıyoruz.

Bekleme salonunda sıramızı beklerken etrafa göz atıyoruz.Kaymakam beyin odasına girip çıkan vatandaşın sayısı belli değil.

Görevli arkadaşın “Kaymakam bey sizi bekliyor buyurun” demesiyle birlikte makam odasına giriyoruz. Kaymakam Bey bizi ayakta karşılıyor “Hoş geldiniz” diyerek elimizi sıkıyor, yer gösteriyor.

Bize çay söylüyor. Biz çaylarımızı yudumlarken birkaç görüşmesinin daha olduğunu söyleyerek bizden müsaade istiyor.

Yarım saatten az bir sürede en az 10 vatandaşla görüşüp dertlerine derman sorunlarına çözüm bulmaya çalışıyor.

Her üç dakikada bir görevlinin, “Efendim falanca isimli vatandaş, filanca meseleyle ilgili görüşmek istiyor” demesiyle Kaymakam Bey’in “Alın içeri talimatı” ve çoğu bir şey isteyecek olmanın dayanılmaz ezikliği ile aşırı bir saygıyla içeriye adım atıyor.

Yurdum insanının asırlardır süregelen kem talihi bir kere daha boy gösteriyor, bir kere daha ete kemiğe bürünüp dile geliyor.

İçlerinde, kaza sonucu işini kaybedip sağlık harcamaları yüzünden iflas eden de var, oğlu hapse düşünce evde çalışacak başka birisi olmadığı için ekmek alacak para bulamayan da.

Kaymakamlığın yaptığı maddi yardım sayesinde birkaç günü tok geçirip tekrar parasız kalınca yine aynı kapıyı aşındıran bir vatandaşa Kaymakam Bey soruyor: “Biz size para yardımını ne zaman yapmıştık?” Her türlü yokluğa, tekrar yardım alamayacak olma ihtimaline rağmen yalan söyleme ucuzluğuna kaçmadan “Daha yeni almıştım Kaymakam Bey” diye durumunu ifade edende.

Kaymakam Bey, kimisine para yardımı yapılması için görevlilere talimat veriyor, kimisine ayakkabı alması için.

Cebinden para çıkarıp verecek kadar duyarlı.

Görüşme sırası gelen bir kadın giriyor kapıdan. İşyerine yüksek meblağda bir para cezası kesilmiş. Ödeme gücü yok. Ve işyerini tasfiye kararı almış. Otuzlu yaşlarda. Yol gösterilmesini istiyor. Kocası ölmüş. Neden yeniden evlenmiyorsun sorusuna verdiği yanıt “Tüberkülozum Kaymakam Bey… Kim alır veremli kadını” oluyor. “Hem niye elin günahsız adamını da yakayım”

Yaşlıca bir amca giriyor kapıdan 65 yaşında gösteriyor. İş istediğini emekliliğine 3 yıl kaldığını söylüyor. Çeşitli yerlere başvurduğunu ama olumlu yanıt alamadığını anlatıyor. Sıvacılık yaparmış… Kaymakam Bey yaşını soruyor. “55” diyor adam. Yıpranmışlık onu on yaş daha fazla gösteriyor. Şivesinin bizim oralara benzediğini düşünürken, Kaymakam Bey de aynı şeyi düşünmüş olacak ki, “Nerelisiniz” diye soruyor. “Kastamonuluyum” diyor adının M. Y. olduğunu söyleyen vatandaş… “Devrekânili”

Parasızlığın çaresizliğin memleketi yok ki zaten.

Kaymakam Bey kişisel dostluklarından yardım almak için telefona sarılıyor. Durumu anlatıyor. Olumlu yanıt almış olmalı ki tamam diyor, “Mehmet Bey siz gidin falanca inşaata, filanca şahıs sizi bekliyor. “

Bir insanın hayatını anlatmak üzere geldiğimiz bu yerde, bin insanın derdini yükleniyoruz sırtımıza. Karnımızın tok olmasından utanıyor, muhtaç olsalar bile alınlarının ak olmasıyla gururlanıyoruz. Bir şeyler düğümleniyor boğazımızda, yutkundukça büyüyen. Ve bir yerler olmalı, insanın böyle durumlarda hıçkıra hıçkıra ağlayabileceği tenha bir yerler.

Kaymakam Bey’in yüzünde beliren yardımcı olabilmenin verdiği mutluluğu görmemek imkânsız. Öğle tatilinin girmesiyle birlikte söyleşimize başlıyoruz.

Sayın Nazım Madenoğlu’nun her geçen gün kirlenen dünyada bembeyaz kalışının öyküsüdür bu… Sevgiyle harmanlanan ve iç dünyamızı ısıtan bir iz düşümü…

***
İstamonu, orijinal bir isim olmuş

Murat Güven: Sayın Kaymakam’ım, yoğun iş temponuzun arasında bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederek başlamak istiyoruz söyleşimize.

Ben teşekkür ederim, vatandaşla aramızda köprü olma gayretinizden ve yayın hayatına başlayacak olan bir gazetenin ilk sayısına beni düşünmenizden dolayı. Ayrıca bizim sakin günümüz yoktur, her gün bu kadar yoğunuz.

İstanbul’ daki Kastamonuluların sesi, gözü kulağı olma hedefiyle “İstanbul’daki Kastamonu” sloganıyla İstamonu Gazetesi’nin ilk sayısına tüm Kastamonuluların sevdiği saydığı ve kanaat önderi kabul ettiği ve bir özelliği de İstanbul’daki hali hazırda görev yapan tek Kastamonulu Kaymakam olan zat-ı âlinizle söyleşi yapmak üzere buradayız.Sizinle zamanınızın da el verdiği ölçüde geniş çaplı bir söyleşi gerçekleştirecek ve herkesçe merak edilenleri soracağız.Ancak günümüze gelmeden önce “dününüzü” öğrenmek istiyoruz.

İnsan hayatını bir sinema filmi olarak düşünürsek ve herkes kendi hayatının başrolünü oynuyorsa ki; siz bu anlamda bu güne kadar sinema diliyle ” iyi bir başrol” çıkardınız.

1953 yılına dönersek… Kastamonu /Taşköprü… Ve sizin köyden, sizin evden bir sevinç nidâsı yükseliyor. Sizin dünyaya gelişinizin sevinci bu. Ve yüz binlerce kilometre devam edecek bir yolculuğun ilk adımı atılmış oldu.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, bu güne nasıl ve hangi koşullarda geldiniz, o dönemi anlatır mısınız?

Öncelikle hoş geldiniz. Ve (Gazetemiz İSTAMONU’yu eline alıp inceleyerek) ismini de orijinal bulduğum İstamonu Gazetesinin ilk sayısına beni konuk etme nezaketinizden dolayı şahsınıza ve tüm yayın ekibinize teşekkür ediyor ve Gazetenizin yayın hayatına başlayacak olmasından duyduğum memnuniyeti ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Ta 1953 yılına dönmemi sağlayan sorunuzu da anlamlı buldum.

Sizin de dediğiniz gibi doğduğum gün herhalde başta annem ve babam olmak üzere akrabalarım tarafından doğumumdan dolayı bir mutluluk bir memnuniyet yaşanmış olsa gerek. Doğduğum köy Taşköprü’ye Tosya’ya, hatta komşu ilçe Kargı’ya ( Çorum )60 kilometre uzaklıkta bir dağ köyüydü. Şu anda da aynı coğrafik konumunu devam ettiriyor. Ancak, o tarihlerden itibaren başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere göç vermeye başladı. Maalesef köyümüzde bu gün, yaşayan çok az insanımız kaldı.

Okulu bile olmayan bir dağ köyünde doğdum

İlkokula kadar her köy çocuğu gibi dağda bayırda hayvan otlattım. Anne babama yardım ettim. İlkokul çağına geldiğim zaman bir nedenle ailemle birlikte Taşköprü’ye yakın Küçüksu köyüne taşındık. İlkokul birinci sınıftan üçüncü sınıfa kadar bu köyde okudum. Sonra köyümüze geri döndük. Doğduğum köye dönmek güzeldi ancak, öğrencilik hayatımın devamı hususunda önümde büyük bir engel bu sevincime gölge düşürüyordu; köyümüzde okul yoktu! Babam benim okula devam edebilmem için Tosya’dan ev tuttu. Bu ev de rahmetli babaannemle birlikte yaşayarak ilkokulu Tosya’da bitirdim. Ortaokul tahsilimi Çorum ve Bursa’da gördüm.

Yatılı mıydınız efendim?

Evet, yatılı okudum. Okul tatillerinde köyüme ve aileme olan özlemimi giderebildiğim yıllardı o yıllar. Sonrasında köyden asıl kopuş sürecimiz başladı. 14 yaşına geldiğimde ailemle birlikte İstanbul’a göç ettik. 30 yaşına kadar İstanbul’da yaşadım.

Mülki İdare serüveniniz nasıl başladı?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir bankanın teftiş kurulunda üç buçuk yıl müfettişlik yaptım. Bir buçuk yıl yaptığım askerlik vazifesinden sonra İçişleri Bakanlığı’nın açtığı, kaymakamlık sınavına girdim ve kazandım. İçişleri Bakanlığı’nda kaymakam adayı olarak göreve başladım. Daha sonra iki yıllık bir stajyerlik dönemi ve ilk asli kaymakamlık görevim için Çorum’un Bayat ilçesine kura çektim. Dört yıl burada görev yaptım. Bu görevim sırasında, bakanlığın izniyle, Ankara’da Türkiye – Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Kamu Yönetimi Lisansüstü Uzmanlık Programı’na katıldım ve burada doktora yaptım. Dokuz ay bilfiil öğrencilik hayatına dönmüş oldum. “Mülki İdare Amirlerinin Doğal Afetlerde görev, yetki ve sorumlulukları” konulu tezimi verdikten sonra, ikinci görev yerim olan Van’ın Çatak ilçesine gittim. Buradaki görev sürem iki yıldı.Sonra sırasıyla iki yıl Mardin’in Derik ilçesinde, iki yıl Konya’nın Kulu ilçesinde,(Bu iki yılın yaklaşık bir yılında görev icabı İngiltere’de bulundum.)Üç yıl Samsun’un Havza ilçesinde, Beş yıl Bursa’nın Gürsu ilçesinde Kaymakamlık yaptım. Akabinde, iki yıl Samsun Vali yardımcılığı görevim oldu. Kaymakamlık görevime dört yıl Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde devam ettim. 2008 yılından beri mevcut görev yerim olan İstanbul’un Esenler ilçesi kaymakamıyım.Halkımıza ve insanımıza Üç buçuk yıldır burada hizmet ediyoruz.

Sayın Madenoğlu, sanıyorum dokuzuncu görev yerinizdesiniz.

Evet doğrudur. Ben anlatırken saymış olmalısınız. (gülüyor) Dokuzuncu görev yerim ve bir ömre bedel.

Evet, ilgiyle dikkatle sizi dinliyorum. Bu dokuz farklı görev yerinde, çok farklı olaylarla ve insanlarla da karşılaşmanız kaçınılmaz. Şunu merak ediyorum; görevde bulunduğunuz yerlerde kazanımlar elde etmiş olmalı, hayata dair çıkarımlarda bulunmuş olmalısınız. Ve her ayrıldığınız yerde, elbette size dair izler bırakırken oradan bir sonraki görev yerinize de izler taşımış olduğunuz varsayımıyla sormak istiyorum: aynı havayı teneffüs edip, tasada neşede birlikte olduğunuz insanlardan ayrılırken hiç hüzne gark olduğunuz, hatta daha açık bir ifadeyle, ağladığınız oldu mu?

(İç çekerek ve adeta o anları tekrar yaşayarak) Evet, bizde bir söz vardır. Bizim meslekte mahrumiyet ilçelerine giderken üzülürüz. Ama oralardan ayrılırken de üzülürüz. Yani o tür ilçelere bir giderken, birde dönerken ağlanır. Bizim o gidiş ve dönüşlerde çok hüzünlü zamanlarımız oldu. Ağlamak elbette yüce Mevla’nın bize bahşettiği bir lütuftur. Bir zafiyet unsuru olarak görmüyorum. İnsani bir davranış biçimidir. Çok şükür ayrıldığımız yerlerde çok iyi intibalarımız oldu. Hatta bir vesileyle tekrar oralara uğradığımızda insanlarımızı kırmama adına bir öğünde beş kere yemek yediğimiz bile olmuştur. Öyle olduğu halde yine de yüz kişiden beş kişiyi anca memnun edebilmişizdir. Çünkü insanlarımız sevdiklerini her anında, her durumda yanında görmek istemektedir.

Vali olmak her kaymakamın gönlünde yatan aslandır

Sayın Madenoğlu, şahsen yıllardır Kastamonu camiası ve medyanın içindeyim. Ve sizinle de birçok kere sunumunu yaptığım etkinliklerde birlikte olduk. Bir gözlemimi paylaşmak isterim; ne zaman sizi takdim edip mikrofona davet etsem siz daha söze başlamadan alkışlarla taltif ediliyor ve söylediğiniz her şey hemşerileriniz ve orada bulunan herkes tarafından itibar görüyor. Yani sevgi saygı anlamında bulunduğunuz yerden memnun olduğunuz aşikâr. Peki, makamsal anlamda olmak istediğiniz yerde misiniz?

İyi ve önemli bir soru. Bizler, mesleğe girerken kafamızda ve gönlümüzde yatan halkımıza hizmet etmenin yanı sıra, bu hizmeti en iyi şekilde yapacağımız düşündüğümüz statü olan valilik statüsüne ulaşmaktır. Her kaymakam, mesleğinin doruk noktasına, yani valiliğe ulaşmak ister. Bizim de bu anlamda zamanımız gelmiş hatta geçiyordur. Bu aslında birazda şans ve kısmet işidir.

Tamamen şans veya kısmet şeklinde açıklayamayız sanırım. Adlandıramadığımız başka etkenlerden de söz edilebilir mi?

Birtakım görevlere yükselmek için bazı kriterler vardır. Başarı, liyakat, kıdem gibi evrensel yükselme kriterleridir bunlar. Ama bazen bunların ötesine geçen bazı nedenler de olabiliyor. Henüz kısmet olmadı diyelim. Vali olma hayalimiz devam edecektir ancak bizim için asıl olan, hangi makamda olursa olsun insanımıza hizmet etmektir. Görev kutsaldır.

Söyleşimize başlamadan önce makamınızda bulunduğumuz yaklaşık 20 dakikalık süre zarfında on kişiye yakın vatandaş gelip, derdini ve sorunlarını anlattı ve sizden çözüm istedi. Vatandaşın gözünde her derde deva, her soruna çözüm olan bir makamdasınız. Ancak, elbette sizin görev ve yetkilerinizin de bir sınırı var. Buna rağmen siz kişisel dostluklarınız vasıtasıyla da çözüm üretmek suretiyle vatandaşa yardımcı oluyorsunuz. Nasıl bir özveri, nasıl bir hizmet anlayışıdır bu?

Efendim, bizim mülki idare amirliği görevi şümullü (kapsayıcı) bir görevdir. Yani biz bulunduğumuz ilçelerde hem hukuki hem de vicdani manada her şeyle ilgilenmek durumundayız. Bazı durumlarda gerek mevzuata uygun olmayan, gerekse makamımızın yetkisini aşan talepler olabiliyor. Ama biz sorunu çözemesek bile vatandaşın buradan ikna olmuş, mutlu bir şekilde ayrılmasını sağlarız.

Yani bir anlamda kaymakamlıklar vatandaş için bir rehabilitasyon merkezi…

Evet, doğrudur. Çünkü asıl gaye, devletin vatandaşının yanında olduğunu hissettirebilmektir.

İstanbul’daki yegâne Kastamonulu kaymakamsınız. Ve hemşerileriniz sizi tüm etkinliklerinde yanında görmek istiyor. Hatta düğün ve nişan törenlerinde bile. Bu sizin hem Kastamonu’yu temsildeki başarınızdan, hem de insanlarla kurduğunuz sıcak ilişkilerin insanlarda doğurduğu beklentiden kaynaklanıyor. Bu sizde bıkkınlık yaratıyor mu demeyeceğim ama her yere yetişememe durumu sizde bir baskı bir keşke mümkün olsaydı da gidebilseydim hayıflanması yaratıyor mu?

Evet… Gerçekten keşke her yere yetişebilsem her hemşerimin yanında olabilsem hayıflanması yaşıyorum zaman zaman. Ama bazen önceden belirlenmiş programım nedeniyle iştirak edemediğim davetler oluyor. Böyle durumlarda telefonla veya bir kutlama mesajıyla da olsa katılmaya özen gösteriyorum.

Kastamonu camiasını ve insan profilini en iyi bilenlerden birisiniz. Sizce temsilde, siyasette, kültürde, sporda sanatta “İstanbul’daki Kastamonu” olması gereken yerde midir?

Kastamonulular, ülkemizin diğer şehirlerine göre İstanbul’daki sivil toplum teşkilatlanmasını en önde kurmuştur ve sayısal olarak ilk sıradadır.

Arzu ettiğimiz yerde değiliz

Nicelik olarak övündüğümüz bir çoğunluk söz konusu evet. Ama nitelik olarak aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Elbette her çok oluş bir kuvveti ifade etmemektedir. Etkin olabilmek esastır. Sayısal çokluğun, tam olarak etkin olabilmeye yansıtılabildiğini söylemek mümkün olmamakla birlikte, kurulan dernekler memnuniyet verici bir noktadadır. Ama henüz arzu ettiğimiz yerde değiliz.

Olmamız gereken yere ulaşmak için neler yapılmalıdır?

Hep söylediğim bir şey var; her alandan, yani siyaset, akademi, bürokrasi, STK ve iş dünyasından ikişer üçer temsilci alıp bir konsensüs oluşturmalıyız. Etkin sonuç alabileceğimiz bir çalışma içinde olmalıyız.Ve önemsediğim bir diğer husus, bir veri bankası oluşturulmasıdır. Hangi hemşerimiz hangi görevde, kim nerede yaşıyor gibi bilgileri içeren bir envanter çalışması çok gereklidir. Ben talep edilmesi durumunda bu konuda destek vermeye hazırım.

Kastamonu’ya hangi sıklıkla gidiyorsunuz?

Yılda üç veya dört defa gidiyorum. Ama genelde yıllık izinlerimde gidebiliyorum. Veya düğün, cenaze ve bir faaliyet vesilesiyle kısa süreli gittiklerimde oluyor.

Sancılı bir geçiş dönemindeyiz

Toplumun genelinde maalesef bir kültürel yozlaşma söz konusu. Yeni nesilleri hangi tehlikeler bekliyor, nasıl önlemler alınmalı?

Evet… Bahsini ettiğiniz hususta, toplumsal erozyon maalesef üzücü boyutlara ulaşmıştır. Sosyal bilimciler buna, “Sosyal Mobilizasyon” da diyorlar. Yani, geleneksel toplumların modern topluma geçiş sürecindeki sancılı dönemi yaşıyoruz. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiyoruz.

Modern toplumdan ne anlamalıyız, size göre bunun bir kalıbı şablonu olmalı mı?

Modernlikten kastımız teknolojinin hâkim olduğu bir yaşam biçimidir. Yoksa geleneklerimizden uzaklaşmanın adı olsa olsa aslını unutmaktır. Hatta ihtiyaçlar piramidi diye bir teori vardır. Piramidin en alt kısmındaki geniş bölümde fizyolojik ihtiyaçlar yer alır. Yeme, içme, yatma gibi asgari ihtiyaçlar.

Ama özellikle gençlerimiz maalesef birer marka, teknoloji ve tüketim çılgını olarak yetişiyor. Asgari ihtiyaçların yerini teknolojik aletlere bağımlılık alıyor. Maaşının 10 katı limitli kredi kartına sahip olanlar tanıyoruz. Bu hesapsızlığı önlemenin çaresi nedir, neler önerirsiniz?

Teknolojiyi ihtiyacımız nispetinde kullanmalıyız. Kazancımızdan fazlasını borçlanmamalıyız. Tespitiniz de haklısınız. Hatta bir örnekte verelim yeri gelmişken, bir hanım vatandaş anlatmıştı; “kızım kullandığı ve ihtiyacını karşılayan bir telefonu olduğu halde, arkadaşlarından görerek özendiği bir cep telefonunu ısrarla almamı istedi. Ben alamayacağımı söyleyince, ister al, ister alma diyerek cep telefonunu duvara atıp kırdı” Bunun gibi, ailelerin mutluluğunu, huzurunu bozan durumlarla sıkça karşılaşıyoruz.

Keşke’lere saplanıp kalmadım

Özel veya mesleki hayatınızda keşkeleriniz var mı?

Doğrusu zaman zaman bazı konularda olmuştur. Hani insanın kendiyle baş başa kaldığında keşke şöyle olsaydı, ya da keşke böyle olmasaydı dediği anlar olur ya. Ama hiçbir zaman keşkelere saplanıp kalmadım. Hayatımı etkileyecek düzeyde ve kalıcı olmadı.

Hayatınızda, asla yapmam dediğiniz, hiçbir güç bana bunu yaptıramaz dediğiniz bir şey var mı?

Vardır mutlaka ama şu an aklıma gelmiyor. Mesela giyim tarzı konusunda kot pantolon hiç giymedim. Sadece yurt dışındayken giymiştim. Mesela hiçbir güç bana kanunsuzluk, vicdansızlık yaptıramaz.

Zamanla yarışıyorsunuz, zaman kavramı sizin için ne ifade ediyor? ( Bu arada Kaymakam Beyin gözü duvardaki saate kayıyor belli ki bir yere yetişmesi gerekiyor.)

Zaman kavramını, Anadolu ve İstanbul’da zaman diye ayırmak gerekiyor. Anadolu’da zaman planlamanızı siz kendiniz yaparken, İstanbul’da zamanı trafiğe göre ayarlamanız gerekiyor. Bana göre trafikte geçen zaman kaybedilmiş zamandır.Zaman benim için çok değerli ve kaybedilince yerine asla koyamayacağımız bir değerdir.

Toplumun çoğunluğunda hâkim olan önyargı ve sabit fikirlilik konusunda neler söylersiniz? Olaylara ve insanlara bakış açınızı renklerle tarif etmenizi istesek sizce her şeyi siyah beyaz görmek nasıl bir ruh halinin tezahürüdür? Hayatınızda farklı renklere yer var mı?

Hiçbir zaman hayata siyah – beyaz bakmadım. Öyle olduğunda bu sizin hayata ve olaylara esnek, elastiki yaklaşmanızı ve şartlara göre tavır alma kabiliyetinizi engeller. Bizim hayatımızda çok renk vardır. Hayata bakışımız sınırlayıcı değildir. Bu, kişiden kişiye değiştiği gibi, kişinin zaman içindeki yaşantısıyla da ilgilidir.

( Sıkça çalan cep telefonunun zil sesi melodisinin bir klasik Türk Müziği melodisini olduğunu hatırlatarak )Müzikle aranız nasıl? Bir enstrüman çalmak icra etmek gibi uğraşlarınız var mı?

Hayır, öyle bir yeteneğim yok. Türk sanat müziği ve Türk halk müziği dinlemeyi çok severim. Arada kendi kendime de mırıldanırım. Üniversite yıllarımda edindiğim ve büyük keyif aldığım bir alışkanlık müzik dinlemek benim için.

Bir gününüz nasıl geçiyor?

Bu aralar erken kalkmaya başladım. Saat: 6’ya doğru uyanıyorum. Allah kabul ederse sabah namazımı kılıyorum. Sonra gündemi takip etme adına haberleri dinliyorum. Fırsat olursa kitap okuyorum. Sonra makamıma geliyorum. Programım dâhilinde okul ve esnaf ziyaretleri, inşaatları gezmek, vatandaş kabulü. Birde bakmışsınız mesai bitmiştir. Akşamları da ya bir yere davetliyizdir ya da arkadaşlarla sohbet buluşmaları yaparız. Eve gittiğimizde yorgunuzdur. Yemek, TV derken yatma vakti gelir.

Cuma günleri mesai sonrası arkadaşlarımızla voleybol ve yüzme gibi sportif faaliyetlerimiz olur. Hafta sonlarımızı anne – baba ziyareti, dernek davetleri düğün, mevlit gibi insanlarımızla bir arada olduğumuz aktivitelere ayırıyoruz.

Çocuklarım yetişkin

Dilerseniz birazda ailenizden söz edelim. Evli ve iki çocuk babasısınız. Çocuklarınızı nasıl yetiştirdiniz, hangi eğitimleri aldılar, şimdi nerede hangi işlerle meşguller?

Çocuklarımız yetişti Allah’a şükür. İyi insanlar olarak yetiştirme gayretinde olduk. İkisi de üniversite okudu. İkisi de evli. Bursa’da yaşıyorlar. Birisi bankada çalışıyor, diğeri kendi işini yapıyor.Birinden bir, diğerinden iki torunum var. ( gözlerinde bir özlem, bir sevinç ifadesi beliriyor.) Özlüyoruz elbette onları. Ayda birde olsa ya onlar buraya gelir, ya da biz oraya gider hasret gideririz.

Görev kutsaldır

Sayın Kaymakamım, sizin için bazı kelimelerin ne ifade ettiğini ve sizde yaptığı ilk çağrışımları merak ediyoruz;

Görev? Kutsaldır.

Sevgi? Her zaman olmalı.

Vatan? Anamız.

İnsan? Kendisi için hizmet edilecek varlık.

Para? İhtiyaç duyulan bir şey.

Kahramanınız kim? Bir kahramanım, bir idolüm yok ama ilkokul öğretmenim Hüseyin Gürsoyörnek aldığım büyüğümdür.

Kim buldu bu orijinal ismi

Son olarak “Gazete İSTAMONU” okurlarına bir mesajınız var mı?

Öncelikle hemşerilerimizin, vatandaşlarımızın iyi bir gazeteyle karşılaşacağını söylemeliyim. “Gazete İSTAMONU” daha ilk bakışta isminin orijinal oluşuyla farklı ve iddialı olduğunu ortaya koyuyor. Bu ismi kim bulduysa tebrik ediyorum.

(O sırada pür dikkat sohbetimizi dinleyen ve zaman zaman sohbete iştirak eden Hüseyin Karadeniz’i işaret ederek)”Gazete İstamonu” ismi Genel Yayın Yönetmenimizin fikridir.

Tebrik ediyorum Hüseyin Bey. Güzel hizmetler yapacağınıza inanıyorum.Sizin ve tüm yayın ekibinizin başarılarının devamını diliyor, Kastamonululara gazetelerine sahip çıkmaları çağrısı yapıyorum. İlk sayı olması bakımından benim için daha da önem ve değer addeden bu söyleşi için çok teşekkür ediyorum.

Bu yazı içeriğinin tüm hakları www.istamonu.com ve GAZETE İSTAMONU’ya aittir. İzinsiz yayınlayanlar hakkında hukuki işlem başlatılacaktır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!