Demokrasilerde muhalefetin önemi çok büyüktür. İktidarı olumlu yönlendiren aynı zamanda iktidarı denetleyen bir özelliği olduğu için Muhalefetin Alternatif Demokratikleşme Paketi Nerde? diye bir soru ile yazıma başladım. Niyetim muhalefete saldırmak değil, niyetim muhalefeti aslı görevine davet etmektir. Çünkü parti liderleri, iktidara yol göstermek için değil tabanlarına mesaj verme gibi bir görüntü sergilemektedirler.
Demokratikleşme paketini bazı aydınlar, köşe yazarları ve siyasi liderler tarafından eleştirildi. Demokrasi adına arzu edilen bir davranış. Fakat objektif olmayan aydınların, abartılı şekilde övgüler yağdıran yazarların ve muhalefetin bu pakete hazır olmadığını gördük. Halk ise tam tersine demokrasiye susamış, pakete itirazı yok ama yeterli olmadığını da söylüyor. Ben de aynı düşüncedeyim.
Demokratikleşme paketinin bir başlangıç olduğunu, bunun devamı gelmesi gerektiğini bekliyorum. Çünkü 1989 yılında CHP’ nin kaleme aldığı demokrasi paketi daha ilerde idi. CHP yönetimi sebebini anlayamadığımız bir nedenle öne sürdüğü paketin bugüne kadar arkasında durmadığı gibi alternatif demokratikleşme paketi olarak da halkın önüne koymadı veya koymak istemedi. Ama 89’daki o paket 90’lı yıllarda CHP’yi iktidar ortağı yaptı. Çünkü halk CHP’de barış konusunda bir kıvılcım görmüştü. Onun için CHP’yi iktidar ortağı yapmıştı. Bundan da şunu anlıyoruz, demek ki halk, demokrasiye hazırdır, demek ki halk birbirleriyle kucaklaşmaya hazırdır…
Muhalefetin, demokratikleşme paketini beğenmediği gibi bugüne kadar alternatif demokratikleşme paketini, halkımıza arzetmemesi de bir muamma…
Burada üzerinde durulması gereken asıl konu, yavan da olsa siyasi aktörlerden birisi demokratikleşme konusunda öne çıktığında halka cazip geliyor. İşte bu noktada AKP’nin reform taktiğini çok iyi analiz etmeli ve bundan da siyasiler ders çıkarmalıdır. Söz konusu analizi yapmama fırsat vermeyen Etyen Mahçupyan’ın yazısını yorum yapmadan okuyucularımla paylaşmak istiyorum.
“AKP’nin reform stratejisi
Demokratikleşme paketinin en ilginç özelliklerinden biri ilk kez toplumsal taleplerin de dikkate alınıyor olması.
Ali Bayramoğlu’nun bir televizyon programında altını çizdiği üzere, bugüne kadar temel mesele devletin yapısını değiştirmek ve siyasetin önünü açmaktı. Ancak bu yapılırken, siyasetten anlaşılan eski sistemin içinde var olabilen siyasi aktörlerin hareket alanının genişlemesiydi. Oysa Türkiye toplumu özellikle Kürt kimliğini öne çıkaran talepler üzerinden epeyce farklı bir yere gelmiş durumda. Artık eski siyaset yelpazesi dar geliyor ve siyasi aktörlerin değil, bizatihi siyasetin alanının genişlemesi gerekiyor. Bunun bir uzantısı ise, siyasi aktörleşmeyi etkilemeyen bazı toplumsal kesimlerin de demokrasinin ima ettiği hak ve özgürlüklere kavuşmasıdır. Açıklanmış olan paket böyle bir yöne sahip ve ilk kez toplumsal talepleri dikkate alıyor. Siyaset nihayet yüzünü topluma dönüyor…
Diğer taraftan hükümet topluma bakarken onu ‘bütünlüğü içinde’ tutmak gibi bir kaygıya da sahip… Paketin çok parçalı ve denge gözeten yapısının nedeni de bu. AKP herhangi bir kesimi ‘muhatap’ alarak demokratikleşme adımı atmak, böylece demokratikleşmeyi bir nevi ‘taviz’ konumuna düşürmek istemiyor. Aksine bu adımların kendi iradesiyle ve kendi zamanlamasıyla atıldığını göstererek, reform dizginlerini elinde tuttuğu mesajını veriyor.
Burada açıkça bir risk var. Reform süreci neredeyse tamamen AKP’nin siyasi değerlendirmelerine ve sağduyusuna bağlı olarak ilerleyebilecek gibi gözüküyor. Ne var ki bunun için hükümeti suçlamak abes olur. Çünkü AKP sonuçta bir siyasi parti, devletin kendisi değil… Devletin birikmiş yanlışlarının ne kadarını ne zaman düzeltecekleri kendi dünya görüşleriyle bağlantılı. AKP’yi ‘İslamcı’ diye niteleyip, sonra da değişim sürecinde bu kimliğinden azadeymişçesine davranmasını beklemek epeyce garip. Aynı şekilde Başbakan’a ‘diktatör’ dedikten sonra hem reformları ondan beklemek, hem de atılan adımları beğenmemek epeyce gülünç…
Yapılanların değerini idrak etmek için işe ‘AKP nasıl bir parti?’ diye sorarak başlamak lazım. Burada kültürel kimliğin, yani İslami duyarlılığın bir kuşatıcı dil olduğu, doğal eğilimlere tercümanlık yaptığı, ama partinin siyasi işlevini belirlemediği temel gözlem olmalı. İkinci olarak AKP’nin ‘misyonu’ olan ve kendisini tarihe karşı sorumlu hisseden bir anlam dünyasına sahip olduğunu görmekte yarar var. Söz konusu misyon ‘millet’ kavramını merkeze alırken, içini Osmanlıvari bir çoğulculukla doldurmaya müsait. Hedef ise Cumhuriyet’in bu ‘millet’ zemininde yeniden inşasıdır. Bu sürecin en önemli niteliği zamana yayılması, toplumun kabullenme düzeyine uygun olarak ilerlenmesi… Kısacası bu amacı gerçekleştirmek uzun süre iktidarda kalmayı, yani bütün seçimleri art arda kazanmayı gerektiriyor. Çünkü AKP cenahında tek bir seçim kaybedildiği takdirde yeniden aynı noktanın yakalanmasının çok zor olacağına dair güçlü bir kabul var.
Bu bakış AKP’yi ‘pragmatik’ bir parti yapmakta. Toplumun kabullenemeyeceği hiçbir adımı atmamanın yanında, pragmatizm iki siyasi ilke daha üretiyor. Birincisi reform adımlarının ileride geri adım atmayacak şekilde hayata geçirilmesi. Hükümet bunun gereksiz bir risk oluşturacağını, yaratılacak hayal kırıklığının talep çıtasını yükselteceğini ve talepleri karşılanmamış kesimleri siyasi manipülasyona açık hale getireceğini biliyor. İkinci ilke ise bir sonraki adımın önceden planlanması ve o adıma da ‘malzeme’ bırakılması. Tüm atılabilecek adımların bir seferde atılması durumunda siyasi konjonktürün hükümeti sıkıştıracak olması, reformların sürdürülebilirliği açısından geleceğin sağlama alınması dürtüsünü ortaya çıkarıyor. Böylece AKP hem yönetiyor, uzun süre hükümette kalabiliyor, hem de hâlâ reformun taşıyıcısı olarak görülüyor. Unutmamak gerek ki eğer hükümet böyle bir demokratikleşme paketi açıklamasaydı, ortada bunu talep eden başka hiçbir siyasi parti yoktu. CHP ve MHP zaten bu reform anlayışının çok gerisindeler. BDP ise ‘Rojava sonrasında’ sanki AKP’nin reform ‘yapamama’ kapasitesine fazla abanarak siyaset yapmayı tercih ediyor.
Bu tablonun hükümete yarayacağı çok açık… Düşünün ki söz konusu paket açıklanmasaydı dahi, AKP rahatlıkla seçimleri kazanacak, halk nezdinde farklı toplumsal kesimlerin hayallerini en fazla buluşturan ve merkezde değişimci olarak algılanan tek parti olmayı sürdürecekti. Atılan adım geleceğin inşasına yönelik bir hamlenin psikolojik zeminidir ve niçin AKP iktidarının bu kadar uzun soluklu olabildiğini de anlamak isteyenlere söylüyor.” Saygılarımla…