“Her gün bir yerde olmak ne güzel, her gün bir yere konmak ne güzel” der Mevlâna…
Bir sabah uyanıyorsunuz ve uzun zamandır zihninizde sizinle devinip duran bir şeye karar veriyorsunuz; bu kez, belki de son kez ilk defa kendiniz için gitmeye karar veriyorsunuz bir yerden bir yere.
Esaretteymişsinizdir aslında uzun zamandır tutulduğunuz yere, bağlar pek çok mecburiyet ve mağduriyet.
İş, okul, gayeler zannettiğiniz tutsaklıklar, çevre, belki de yürüdüğünüz ve alışkanlık haline getirdiğiniz yol bile…
Ama bir sabah işte bir sabah, olan olur ve volkan patlar.
Tamam dersiniz artık bu yolu kullanmayacağım, bu işte çalışmayacağım, bu okulun bu bölümünü bırakacağım, evimi, adresimi değiştireceğim. Uzun zamandan sonra ilk defa aynaya farklı bakarsınız. Gülümsersiniz ve kendinize sarılmak istersiniz bu cesaretiniz için.
Kolay değildir çünkü gidebilmek, gidilebilir bir yere dönebilmek.
Hicrettir bir anlamda kendi kabuğunda küllenmiş olanlar için, zordur.
Ama imkansız değildir.
Kendi varlığının ve farkındalığının yabancısı olamayanlar bir gün mutlaka mutsuz oldukları hale dönerler yönünü, kaçamazlar ve değişim rüzgarına şiddetle tutulurlar.
Gitmek cesaret ister, gidenler cesurdur.
Kalanlara cesur derler ama hiç de değil bana göre.
İçinde gidecek yeri kalmamış olanların gitmesi tamamen hicrettir işte.
Liderler bu gruptan çıkar, kabına sığamazlar çünkü tohum çatlamıştır bir kere, güneş ufuktan görünmüştür. Her şey dağınıktır ve kör değilsinizdir.
“Zıtlar zıtlardan zuhur etmektedir ”der Mevlana yine.
Bilinmeli ki; gidilmeden gelinmez, güneş doğmadan görmezsiniz.
Kalmak karanlıksa, gitmek yeni gelmeler doğurur.
Her zaman…
Vesselâm,dua ile…