Zaman zaman bam teline dokunmak denir ya, zülfiyâre yani. Öyle bir hal gel-gitleri nasılda yaşatıyor insana.
Dün akşam misafirlik dönüşü, üç kuşak eve doğru yürüyoruz. Ananem bir parkın yakınından geçerken, “Biraz oturalım burada” diyor.
Oturuyoruz.
Bir bankta ananem ve ben, karşımızdakinde de annem oturuyor. Konuşma arasında, kuzenimin doğum günü olduğunu hatırlatıyorum, telefonla seslerini duyuruyorlar, önce ananem torununun, sonra da annem yeğeninin doğduğu günü sevgiyle kutluyor. O an ne istese vereceklerdir sevgilerinden. Akıllarına ilk doğduğu gün geldiğine de eminim. Ne çabuk büyüdüğüne, çocukluğuna… Birer birer gözlerinin önünden uzun bir zamanın bir anda geçtiğini, sözcükleri kullanma biçimlerinden ve gözlerinin içinin gülümsemesinden anlıyorum.
Bir saate yakın oturduğumuz banktan eve doğru konuşa konuşa yürümeye devam ettik.
Eve geldiğimizde, insan bazen beyin sükûneti sağlamak ister ya, amaçsız bir şeyler atıştırır, TV kanallarında gezinir, gökyüzüne bakar ama bunlar kişiyi mutlaka bir yere taşır.
Yine öyle oldu.
TV’yi açtık. Bir yarışma vardı. Merak ettik sonucu ve izlemeye başladık.
Yarışmanın konusu şu:
Kafede oturan iki kişiden biri, başka odaya çağrılıyor ve ona yarışmanın prosedürünü anlatıyor. Onların istediğini yaptığı takdirde para kazanacağı söyleniyor. Kişi İSTERSE KABUL EDİYOR, İSTEMEZSE KABUL ETMİYOR. Kabul etmeyenleri de yayınlasalar çok güzel olur ama bizde o kültür henüz geliş(e)medi maalesef.
Neyse, sözü uzatmayalım.
Dün akşamki konuda anne kızıyla kafede oturuyor ve kızı diğer masada oturan bir delikanlıya işve yapıyor. Annesi hoşlanmıyor ve ikaz ediyor. Annemi izliyorum kızın annesini izlerken, “Çok sabırlı bir anne ”diyor. “Bence de” diyorum. Anne kızının yaptıklarına kızdıkça yarışmanın yöneticileri daha da ileri götürüyorlar işi, kıza delikanlıya (kızın tanımadığı biri bu kişi, dikkatinizi çekerim) “sarıl” diyorlar, sarılıyor, “para kazandın” diyorlar, “devam edeceksen burnunu kaşı ve delikanlının ayağına da kapan ”diyorlar. Kız onu da yapıyor. İlerleyen durumda kızın annesinin utancı artıyor, yüzü kızarıyor, dişlerini sıkıyor ve kalbini tutuyor, nasıl üzülüyorum, anlatamam. Bakışımı para için annesini üzmekte tereddüt etmeyen bir evladın yüzüne dikiyorum. Yanında olsam abartmıyorum, okkalı birkaç söz söylerdim. Ne mümkün, oradaki anne kadar öfkenizi susturuyorsunuz. Kız annesini üzebildiği yere kadar üzdükten sonra, hedefindeki paraya ulaşınca yöneticiler yarışmayı durduruyorlar ve anneye şaka yaptıklarını söylüyorlar. Annenin tepkisi önce bir “Ohh! Gerçek değilmiş” oluyor ama şunu atlıyor; kendisini para için üzen bir evladın annesi… Bunu irdelemiyor bile. Annem annesine daha da kızıyor burada.
Haklı.
Anne olarak iki kere haklı. Ben en çok kıza kızıyorum, o da anneye. Rollerimizi yaşıyoruz yani.
Birkaç saat önce parkta, çocukları için, yeğenleri için, torunları için canını istese verecek bir halden birkaç saat sonra, çocuğu tarafından üç beş kuruş için üzebilen annenin durumuna geçtik…
Yorucuydu ve hazin.
Üzücüydü ve düşündürücü.
Ve evlat bir imtihandı anneye, anne de bir imtihandı evlada.
Aynı gecede zülfiyare böyle dokundu, böylesi bir ucuzluk ve bozulmuşluk.