featured

YILANLI KÜLLİYESİ

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kastamonu’nun en eski ecdad yadigârlarından biri olan Yılanlı Külliyesi, darüşşifa, cami, imaret, türbe, kütüphane ve iki şadırvandan meydana gelmekteydi. Günümüze şadırvanlar, türbe, cami ve darüşşifa ulaşabilmiştir.

AVRUPA ÖLDÜRÜRKEN ECDAD YAŞATIYORDU!

Darüşşifadaki tedavi fonksiyonu Kadiri Şeyhlerinin tedavi usulleriyle tekke ve zaviyelerin kapatıldığı tarihe kadar devam etmiştir. Ruh hastaları ile harici hastalıkların tedavisinde kullanılan aynalar, taslar vb. malzeme son zamanlara kadar dergahta muhafaza edilmiştir. Tarihi belge ve kayıtlarda Yılanlı Darüşşifası’nda ameliyatlar yapıldığı görülmektedir. Yine halk arasında rivayet edilir ki; darüşşifada akıl hastaları müzikle ve su sesiyle tedavi edilmekteydi ki, Avrupada içine şeytan girdiği gerekçesiyle ruh hastaları korkunç şekillerde infaz edilmekteydi!”

DARÜŞŞİFA

Darüşşifa tabiri, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde uygulamalı tıp eğitiminin verildiği hastaneler için kullanılmıştır. Günümüzdeki tıp fakültesidir yani. Tıp tahsili yapmak isteyenler darüşşifalarda hem teorik hem de uygulamalı eğitim görürlerdi.

 

Selçuklular döneminin önemli eserlerinden birisi olan darüşşifadan günümüze sadece girişkapısınınkemeri ulaşabilmiştir. Asıl bina 1837 yılında yanmıştır. Yangının izleri halen üzerinde görülen bu giriş kısmı; dört metre yükseklik ve iki buçuk metre genişliğinde bir taş duvardan ibarettir. Duvarlar bir metre eninde olup her iki tarafta birer hücre bulunmaktadır. Kapının etrafındaki kabartma nakışlar, geometrik bezemeler ve çokgen yıldızlardan çağının özelliğini taşıyan süslemelere sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Kemer alınlığında şu kitabe vardır:

Bismillahirrahmanirrahim

Venünezzilü mine’l Kur’ani ma hüve şifaün ve rahmetün lilmü’minin. Kalennebiyyü sallallahü aleyhi ve selem: Tedavü ibadallah! Feinnellahe Teala halega likülli dain devaün, ille’ssam.

Emera bibina-i hazihi’l maristani’l mübareketi ve imaretiha ahvecü halegakallahü ila rıdvanihi ve efkarühüm ila gufranihi Ali bin Süleyman bin Ali. Tegabbelallahü minhü’l hasenati ve tecavez anhü’s seyyiati ve veffekahü liiktisabi’l hayrat. Fi şuhuri sene ihda ve seb’ine ve sitte mie hamiden lillahi ve musalliyen ala nebiyyih.

Manası:

Besmele.

“Biz Kur’an’ı mü’minlere şifa ve rahmet olarak indirdik.” (İsra/82)

Nebi Sallallahü Aleyhi vesellem buyurdu ki; Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz! Muhakkak ki Allah-u Teala bütün hastalıklar için deva yaratmıştır. Ölüm müstesna.”

Bu mübarek maristan (şifahane) ve imaretin yapılmasını Allah’ın rahmetine ve mağfiretine herkesten çok muhtaç olan Ali bin Süleyman bin Ali emretti. Allah onun hayırlarını kabul etsin, günahlarını bağışlasın. Hayır kazanmak için vakfetti.

Allah’a hamd ederek ve onun nebisine selavat getirerek 672 senesinin aylarında (yaptırdı).

Kapının sağ iç duvarındaki hücrenin üzerinden başlayıp sol duvardaki hücre üzerinde biten yazı ise şöyledir:

 

Nazara fihi ekallü’l ibad efkarühüm Küherbaş el-muhtaç ila rahmetillah. Mimürühü Said el-Kayseriyyi. Gaferallahü lehu vel cemil müslimin. Amin.

Manası: Ona (binanın yapımına) Allahın rahmetine muhtaç Küherbaş nezaret etti. Onun mimari Kayserili Said’dir. Allah onun ve bütün Müslümanların günahını affetsin. Amin.

 

Kitabede darüşşifanın ve imaretin 672/1272 tarihinde Ali oğlu Süleyman’ın oğlu Ali’nin emriyle Baş mimar Küherbaş’ın nezaretinde mimar Kayserili Said tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Küherbaş’ın Sinop’ta hüküm süren Pervaneoğulları Beyliği’nin baş mimarı olduğu, Durağan kervansarayındaki bilgilerden anlaşılmaktadır. Buna göre bina Pervaneoğulları eseridir.

Buraya Yılanlı denilmesinin sebebi ise; yılanın sağlıkta şifa sembolü olarak kullanılmasından ve külliyenin duvarlarındaki yılan motiflerinden ötürüdür.

Ayrıca Yılanlı isminin, burada medfun bulunan Abdülfettah-ı Veli’ye ait Geylani lakabından galatla yaygınlaştığı da rivayet edilmektedir.

CAMİ

1277 tarihinde Pervane Muineddin Süleyman’ın öldürülmesi üzerine tahsisatı kesildiği için atıl kalan darüşşifa, imaret şeyhi olan Abdülfettah-ı Veli Hz. Nin oğulları İbrahim, Hafız Ahmet ve Mustafa Eşref Efendiler tarafından ihya ve imar edilerek Kadiri Tekkesi haline getirilmiş ve cami de bu esnada yapılmıştır.

1827 yılındaki büyük yangının ardından ikinci defa yapılmıştır.

1935 tarih ve 2845 sayılı Cami ve Mescitlerin Tasnifi Hakkında Kanuna istinaden ihale ile satılan camiler arasındadır. 1953 – 54 yıllarında buradaki mülga Kadiri Dergahının son şeyhi Ahmet Said Efendi’nin oğlu A. Hasip Yılanlıoğlu tarafından satın alınarak hayır severlerin desteği ile ihya edilmiş ve vakıf malları üstündeki talan rüzgarı dindiğinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağışlanarak vakıflar adına tescil ettirilmiştir.

8.90 * 13 metre ölçülerinde dikdörtgen bir plana olan caminin tavanı ve tabanı ahşaptır. Caminin doğu duvarındaki türbeye açılan kapı Sultan Abdülhamid Han’ın emriyle yapılan onarım sırasında açılmıştır.

Cami, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2009 yılında restore edilmiştir.

ABDÜLFETTAH-I VELİ TÜRBESİ

Türbe, caminin güneydoğu bitişiğinde, camiye bitişik olarak ve doğu-batı istikametinde dikdörtgen planlı olarak uzanmaktadır.

Türbede büyüklü küçüklü 25 adet sanduka bulunmaktadır. Mihrabın hemen önünde ve cami tarafında bulunan, diğerlerinden daha büyük ve yüksekçe yapılmış olan, bakır mahfaza içindeki sanduka Abdülfettah-ı Veli Hazretlerine aittir.

Diğer sandukalardan birisi Süleyman Efendi isimli bir zata, birisi türbeye iki yüz kuruş vakfetmiş olan Kayseri Valiliği’nden emekli Yusuf Paşa’ya aittir. Geriye kalan sandukalar ise Abdülfettah-ı Veli Hazretlerinin çocukları ve torunlarına aittir.

Abdülfettah-ı Veli Hazretleri, Abdülkadir Geylani Hazretlerinin torunlarından olup Abdülazizzade nisbesiyle anılan kola mensuptur. Pervane Ali bin Süleyman tarafından inşa edilen şifahane ve imaretin şeyhlik, imamet ve hitabet vazifeleri kendisine verilmiş ve bu vazifeler kendisinden sonra da ailesine intikal ederek asırlar boyunca (Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar) Kadiri Dergâhı’nın irşat merkezi özelliğini korumuştur.

ŞADIRVANLAR

Külliyenin bahçesinde iki adet şadırvan bulunmaktadır.

Bunlardan birisi darüşşifa giriş kapısının hemen önünde uzanan 3.40 metre uzunluğunda oval bir yapıya sahip olan ve musluklarının bulunduğu kısımlardaki bitki motifleriyle dikkat çeken şadırvandır.

Diğeri ise bahçenin tam ortasında yer alan küçük bir havuz ve ortasında fıskiyeden ibaret olan şadırvandır.

CENNETTEN İNEN ZİYAFET

Abdülfettah-ı Veli hakkında, Nakşibendi Şeyhi Seydişehirli Şerafettin Efendi de 1911 yılındaki Kastamonu ziyaretinde şu bilgeleri vermiştir:

Abdülkadir Geylani Hazretlerinin torunları dokuzdur. Bunlardan birisi de Kastamonu’daki Abdülfettah-ı Veli Hazretleridir. Evladının oraya buraya dağılmalarına sebep zamanlarındaki padişah zulüm ve düşmanlığı idi. Abdülfettah-ı Veli Hazretleri de aynı sebepten dolayı bin kişi ile birlikte Bağdat’tan buraya hicret etmişlerdi. Medfun bulundukları yerde ve civarında bulunanlar da büyüklerdendir. Bu zatın apaçık bir kerameti, Beni İsrail’e geldiği gibi gökten kendilerine maide (ziyafet, üzerinde nimetler bulunan sofra) inmesi idi. Bir defa, halen medfeni civarında bulunan bir taş üzerine de inmiştir. Maide, ekseriyetle Cennet-i Ala’dan balık olarak inerdi. Bundan yediklerinde dört beş ay yemek yemezlerdi. Bir gün Abdülfettah’a Abdülkadir Geylani Hazretlerinin ruhaniyeti gelerek “Böyle maide yemekle hayat sürmekten bizzat çalışıp kazanarak yaşasan daha iyi ve aynı zamanda sünnettir. İhtimaldir ki etbaınızla bu nimetin şükrünü ifa edemezsiniz.” buyurdular. Abdülfettah-ı Veli”Ey Efendim! Ne ile meşgul olayım?” dediğinde, “Habbet’ür-Revm (kendir) ekiniz!” buyurdular. Bu emir üzerine kendir ziraatine başladılar.”

Türbe hakkında Mehmet Behçet’in Kastamonu Asar-ı Kadimesi adlı eserinde şöyle bir rivayet de yer almaktadır:

“Buraya Yılanlı denilmesinin sebebi, vaktiyle burasının şehrin içine akmakta olan çayın kenarında yılanlık ve metruk bir yer olmasındandır. Buraya Şeyh Abdülkadir Geylani’nin 7. Evladı Abdülfettah-ı Veli gelmiş. Kastamonu ahalisi bu şeyhten hazzetmemişler. Kendisi yer istemiş, burasını göstermişler, barınmasını arzu etmemişlerdir. Kendisi bu yılanlık yerde barınmış ve kalmış, inşa ettiği dergaha Yılanlı denilmesi Geylanlı kelimesinden galat imiş.”

Halk arasında bu rivayetle bağlantılı olarak bir de Abdülfettah-ı Veli’nin buradaki yılanları toplayarak bir bohça ile şehrin üst tarafındaki Kaybılar Deresi’ne attığı ve yılanların kendisine rivayet ettiği de anlatılmaktadır.

Her iki rivayette tarihi gerçeklikten uzak, mistik hikayelerdir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!