featured

CEPHANE YOLUNDA ŞEHADET

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kastamonu’nun olduğu kadar Türk kadının Milli Mücadele’deki sonsuz cefakârlığını anlatan bir olay varsa o da Şehit Şerife Bacı’nın trajik hikâyesidir. Millî Mücadele yıllarında, özellikle İnebolu’dan Ankara’ya cephane gönderilmesini yazıları ile günümüze taşıyanlar, Kastamonu kadınının sonsuz cefakârlığını, Seydilerli Şerife Bacı’nın sonu hazin biten yaşanmışlığını sık sık konu edinmiştir.

1921 yılında yaşanmış bu olayda, Şerife Bacı İnebolu’dan aldığı cephaneler ile Kastamonu’ya doğru yola çıkmış, çetin kış şartları ve ani bastıran bir tipi sonrasında ise bağlı bulunduğu kağnı kolundan ayrı düşmüştür. Şerife Bacı o güç şartlarda Kastamonu Kışlası yakınlarına kadar yanaşabilmişse de, donmaktan kurtulamamıştır. Fırtına ve tipinin sabahında, Kastamonu Kışlası’ndan çıkan devriye ekibi bir bebeğe ait olan ağlama sesini takip ettiklerinde sahibi donmuş olan bir kağnı arabası ile karşılaşmışlardır. Kağnıda, üzerleri kardan etkilenmemesi için bir battaniyeyle örtülmüş cephane ile cephanelerin arasındaki kuru otlara yatırılmış bir bebek ile karşılaşmışlardır. Yapılan incelemeler sonucunda şehit olan kadının bir gece önceki tipide kağnı kafilesinden kaybolan Seydilerli Şerife Bacı olduğu tespit edilmiştir.

Atatürk ve Şerife Bacı Heykeli’nin yapılması

Şerife Bacı vatanın istiklali yolunda şehit olan kahramanlarımızdan biri olarak Milli Mücadele’deki Türk kadınının sembolü olmuştur. Kastamonu Valiliği hem Şehit Şerife Bacı’yı sonsuza taşımak ve Kastamonu Kadının Milli Mücadeledeki katkısını anıtsallaştırmak hem de Milli Mücadele’den Cumhuriyet’e uzanan o mağrur süreci anlatmak üzere Cumhuriyet Meydanı’na bir anıt heykel grubu yapımına karar vermiştir. Bunun üzerine çalışmalara başlayan merhum heykel sanatçısı Prof. Dr. Tankut Öktem, Atatürk ve Şehit Şerife Bacı anıtını 1985 yılında tamamlamış ve anıt, aynı tarihte de meydandaki yerini almıştır.

Anıt, 2005 yılında proje kapsamında yeniden ele alınmış, meydan ve çevresinde yapılacak çalışmalar göz önüne alınarak yeni dokulara uyarlı hale getirilmesi için birtakım iyileştirmelere tabii tutulmuştur. Bu kapsamda anıtın bronz olan kısımları temizlenirken aynı yıl kaidesi de bazalt bloklarla kaplanmıştır.

Hasta adam Osmanlı ölüm döşeğinde. Mondros Ateşkes Antlaşması adı verilen paçavrayla bütün kolu kanadı kırılan altı asırlık çınar ayakta durmakta zorlanıyor.

Anadolu öylesine bir hal almış ki, düşman çizmelerinin kirletmediği sadece Batı Karadeniz ile Kuzey İç Anadolu mıntıkaları kalmış. Kundaktaki çocuktan yetmişlik ninelere varana kadar nice masum Müslüman – Türk tarihte eşine az rastlanır bir gaddarlık, bir vicdansızlık ve dehşetle katledilirken Anadolu’nun dört bir yanında; bir zamanlar Osmanlı’ dan yardım dilenen Fransa, asırlarca himaye edip beslediğimiz Yunan, asrın sözde medenisi İngiliz ve İtalyan tarafından… İşgal görmeyen ender şehirlerden birisi olan Kastamonu’ da bir şahlanışın kıvılcımları alev olma yolunda ilerliyordu.

Kurtuluş mücadelesinin en can alıcı noktasında Kastamonu bulunuyordu. Çünkü savaşlar eskiden olduğu gibi okla, kılıçla, kalkanla, gürzle değil topla, tüfekle, bombayla, gülleyle yapılıyordu.

Artık gürbüz atların kişnemesi karışmıyordu Allah Allah nidalarına… Top, gülle, tayyare, tank, bomba, araba sesleri titretiyordu dağları.

Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan ve Kazım Karabekir Paşa’nın ordusu dışında elindeki bütün silahları alınıp askeri terhis edilen Osmanlı Türkü’ nün elinde balta, kazma, kürek, iman, azim ve yürek kalmıştı.

Ama savaşmak için silah lazımdı. Top lazımdı. Tüfek lazımdı. Gülle, mermi lazımdı. Ve bu cephanenin bir avuç Türk askerine ulaşması için güvenli bir yol lazımdı. İşte o yol; İnebolu – Kastamonu – Ankara güzergahıydı.

İşgal görmemesine karşın nüfusuna oranla Kurtuluş Savaşı’nda en çok şehit veren memleketlerden biri olan Kastamonu, Kurtuluş mücadelesinde sadece şehitlerle değil, stratejik konumu cihetiyle de büyük rol oynamıştı. Savaş düşmanın işgal ettiği yörelerde oluyordu; Maraş’ ta, Urfa’ da, Adana’ da, İzmir’ de, Kütahya’ da, Çanakkale’ de…

Savaş Kastamonu dışında cereyan ediyordu. Ancak Kastamonu savaşın içine dalmıştı. Canıyla, kanıyla, yüreğiyle cephede tertemiz alnından vurulup uzanmış yatan on binlerce güneşin yanında; cephane yolunda, tarihte eşine az rastlanır manzaralarda ak sakallı dedeler, beli bükülmüş nineler, genç kadınlar ve çocuklar… Oğlunu, eşini, babasını, kardeşini cepheye batan güneş olmaya gönderen binlerce hilal sönüyordu…

Güneşler batıyordu yarınların aydınlık Türkiye sevdasında… Hilaller sönüyordu kurtuluş yolunda…

Yıl 1921.

Kış bu yıl erken bastırmıştı. Sanki… Sanki bu kutsal mücadelenin zaferle neticeleneceğini müjdeliyordu. Çünkü zaferler kolay elde edilmezdi. Çünkü güneşe, aydınlık günlere zifiri karanlıkların ardından ulaşılırdı. Kış erken bastırmıştı. Kar ve soğuk İnebolu – Kastamonu – Ankara güzergahında ortaya çıkan ve Cephane Yolu adını alan istikamette, Ankara’ ya cephane taşıyan Kastamonu evladının işini iyice zorlaştırıyordu. İnebolu’ ya gemilerle, kayıklarla, sandıklarla gelen silah ve cephanenin Ankara’ ya ulaşmasını temin eden Cephane Yolu’ndaki birçok yol kapanmıştı. Ancak bu cephane Ankara’ ya ulaşmalıydı. Ankara’ ya ulaşmalı; kirli çizmeler şüheda kanlarıyla sulanan mübarek toprakları daha fazla kirletmemeliydi.

Birçok yolu kapalı olmasına rağmen; karda, tipide, fırtınada, şiddetli soğukta taşıt kollarının destansı seferi devam ediyordu. Ancak bütün fedakarlık ve azme rağmen gece yol almanın imkanı yoktu. Bu yüzden taşıt kolları sadece gündüzleri yol alıyor, gece en yakın hanlarda konaklıyordu.

Kış bütün şiddetiyle devam ediyordu. Karlı ve fırtınalı bir gecede bir cephane yolu Kastamonu’ ya doğru yol alıyordu. Sabahın erken saatlerinde yola çıkan taşıt kollarındakilerde takat son haddine varmış, derman tükenmiş, dizler artık üzerlerindeki bedeni dengede tutamayacak derecede bitkinleşmişti. Ve birçoğu donma tehlikesiyle karşı karşıya gelmişti. Ne var ki, donsalar da bu kağnılardaki cephane mutlaka Kastamonu’ ya ulaşmalıydı. Çünkü bu kağnılar Türk’ ün kurtuluş mücadelesinin zaferle neticelenmesini sağlayacaktı.

Taşıt kolu bin bir güçlükle Kastamonu Kışlası’nın önüne ulaştığında; görevliler cephaneden önce ölümü pahasına bu cephaneyi Kastamonu’ya ulaştırmak azmindeki kadına, çocuğa, gence, ihtiyara yöneldiler. Hemen sıcak mekanlara götürülüp üzerlerine battaniyeler örtüldü.

Ancak taşıt kolunda bir kağnı eksikti. Eksik de değildi aslında, birazcık geride kalmıştı. Gece karanlığında zor seçilmesine rağmen 150 -200 metre kadar uzaktaydı. İlerlemiyordu.

Kışladaki askerler hemen kağnının yanına koştular. Kağnı arabasına koşulan öküzler, nasıl bir destan yazdıklarının farkında olmadan sakin sakin geviş getiriyorlardı. Kağnı arabasının üzerindeki cephane yorganla örtülüydü. Genç bir kadın kollarıyla arabayı kucaklar gibi abanmış vaziyette duruyordu. Elindeki öğenderesini bırakmamıştı. Hareketsizdi.

Donarak ölmüştü. Ancak ölürken bile taşıdığı bu kutsal emaneti himaye için kucaklamıştı. Ve elindeki tek silahı, öğenderesini bırakmamıştı. Tıpkı, asırlar önce Kastamonu Kalesi burcuna diktiği sancağı şehadet şerbetini içip Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimize kavuştuğunda bile bırakmayan Yunus Mürebbi gibi… Ve bembeyaz kar, bu aziz şehidin cansız bedeni üzerine yavaş yavaş inerek kefen olmuştu…

Askerler gözyaşları içerisinde bu kahraman kadının üzerindeki karları temizleyip düzgün bir şekilde arabanın üzerine yatırmak istediler.

Ve acı bir çığlık!

Çığlığı duyan yaşlı gözler hüznün yanına şaşkınlığı, hayreti, endişeyi ve merakı getirdi. Yorgan kaldırıldığında; şehit kadının yazdığı ikinci destan görüldü top mermileri arasında. Otlara sarılı top mermilerinin içinde çullarla kundaklanmış bir kız çocuğu ağlıyordu. Çocuk mermiler arasında, yorganın altında o ana kadar mışıl mışıl uyumuş ve donmaktan kurtulmuştu.

Askerler şehit kadının üzerindeki karları temizlerken ağlamaya başlamıştı küçük kız. Belki de ona emanet etmişti anası cephaneyi. Korumak için ağlıyordu. Belki de annesinin şehadetini hissetmişti küçücük, tertemiz yüreğinde… Annesine ağlıyordu…

İnebolu – Kastamonu – Ankara yolunda bir destan yazılıyordu. Vatanın kurtuluşu savaşında şehit düşen Kastamonulu bir kadın, Türk kadının fedakarlığını ve kahramanlığını destansı şehadetiyle yazdırıyordu tarihin altın sayfalarına.

Bu kahraman Türk anası, Seydilerli Şerife Bacı idi.

Ve Kastamonu bize, Türkiye hepimize bu destanlarla imzalanan tapuyla vatan oluyordu.

KAYNAK: Erdal Arslan, Kastamonu Hikayeleri

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!