Geçen günlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımızdan biri, aslında şu ara duymaya çok aşina olduğumuz bir cümleyi sarf etti. Mealen aktaracak olursam ifadelerini; “Arkadaşlar kapatın artık bitmek tükenmek bilmeyen şu kur muhabbetini, dolar artmış/düşmüş bize ne, bırakın da bunu doları olan ya da dolarla borçlanan düşünsün. Dolarım yok, dolar borcum yok, ne ilgilendirir beni dolar” şeklinde özetleyebilirim. Arkadaşımızın kurduğu bu cümleler aslında bir anlamda, toplumun büyük bir çoğunluğunun da bu konuya bakış açısını yansıtıyordu. Ama analitik bir süzgeçten geçirecek olursak bu yaklaşımın doğru olduğunu iddia etmek olanaksızdır.
Çünkü enflasyon artışından yakınan ve hele ki Gıda Enflasyonun’dan bahseden bir toplumun ‘Bana ne dolardan, onu doları olanlar düşünsün’ gibi bir düşünce ile hareket etmesi kabul edilemezdi.
Cari açığının çok büyük bir oranı ithalat yükünden kaynaklanan bir toplumda doların artması demek, en basit anlamıyla maliyet artışı demektir. Maliyet Artışı ise, beraberinde enflasyonu getiriyordu. Enflasyon Artışı ise, faizi. Yüksek Faiz, Satın Alma Gücünün düşmesi şeklinde gelişiyor ve gelişen zincir halkalarının birbirini tetikleme etkisi son tahlilde kısa ve en acı ifade ile de fakirleşmek anlamına geliyor.
Diğer tarafta ise doların artması ile Türkiye’deki irili ufaklı birçok şirketin Kur Farkı Giderlerinden dolayı 2015 yılını zararla kapatması öngörülüyor. Şirketlerin 2015 yılını bu şekilde zararla kapatmaları ise devlete ya hiç vergi ödemeyecekleri ya da ödeyecekleri verginin önceki senelere göre çok daha düşük olacağı anlamına geliyor. Bunun sonucunda ise, olması muhtemel gelişme ise devletteki bütçe açığının daha büyüyerek ortaya çıkmasıdır. Devlet oluşan bu açığı kapatmak adına belki de bütün milletçe belimizi büken dolaylı vergilere daha fazla yüklenmek zorunda kalacak.
Bütün bu muhtemel olumsuz senaryoların beraberinde kamu otoritesinin izleyeceği yeni maliye politikalarının piyasa ekonomisindeki kaçınılmaz karşılığı, bu toplumda sayısız kere yaşanarak sınanmış olan ham madde fiyatlarının yukarılara taşınması sonucudur.
Bunun sonucunda, üretim pahalı hale gelir mi? Tartışmasız yanıt, “EVET”. Üretim pahalılığı sonucunda yükselen fiyatlar dolayısıyla tüketim malları giderek pahalılaşacak ve zaten fakirleşmiş olan toplumun bu malları alabilme olasılığı giderek azalacak mı? Ne yazık ki buna da “evet” demek zorundayız.
Sosyal bilimlerin analiz yapma olanaklarını ortaya çıkaran verilerin birbirleriyle olan etkileşimlerinin yoğun sarmalı ve dinamiği tek bir unsurun bile bir toplum için hayati öneme sahip olma özelliğini ortaya koymakta. Bu durum iki yönlü işletilebildiği için de kimi zaman bir sosyal referansı maalesef diye dillendirmekteyken kimi zaman da bir diğerini gözlerimiz parlayarak keyifle söylemlerimize konu etmekteyiz.
Dolayısıyla, arkadaşıma da kısaca özetlediğim senaryoyu sizinle de paylaşmak istedim. Bana ne demeden düşünmemiz gerekiyor. Çünkü aslında her düşünmeden söylediğimiz cümlelerin ve eylemlerimizin bize ve topluma dönüşleri beklediğimizin çok daha ötesinde olabiliyor.
Atakan Korkmaz çok güzel ifade etmiş:
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bildiğin gördüğün kadardır çünkü. Gördüğün baktığın kadar ve baktığın düşündüğün kadar. Baktığını görmez, gördüğünü düşünmezsen eğer, gördüğünün bildiğine sığmadığını da göremezsin.
Geçen günlerde bir sohbet esnasında arkadaşlarımızdan biri, aslında şu ara duymaya çok aşina olduğumuz bir cümleyi sarf etti. Mealen aktaracak olursam ifadelerini; “Arkadaşlar kapatın artık bitmek tükenmek bilmeyen şu kur muhabbetini, dolar artmış/düşmüş bize ne, bırakın da bunu doları olan ya da dolarla borçlanan düşünsün. Dolarım yok, dolar borcum yok, ne ilgilendirir beni dolar” şeklinde özetleyebilirim. Arkadaşımızın kurduğu bu cümleler aslında bir anlamda, toplumun büyük bir çoğunluğunun da bu konuya bakış açısını yansıtıyordu. Ama analitik bir süzgeçten geçirecek olursak bu yaklaşımın doğru olduğunu iddia etmek olanaksızdır.
Çünkü enflasyon artışından yakınan ve hele ki Gıda Enflasyonun’dan bahseden bir toplumun ‘Bana ne dolardan, onu doları olanlar düşünsün’ gibi bir düşünce ile hareket etmesi kabul edilemezdi.
Cari açığının çok büyük bir oranı ithalat yükünden kaynaklanan bir toplumda doların artması demek, en basit anlamıyla maliyet artışı demektir. Maliyet Artışı ise, beraberinde enflasyonu getiriyordu. Enflasyon Artışı ise, faizi. Yüksek Faiz, Satın Alma Gücünün düşmesi şeklinde gelişiyor ve gelişen zincir halkalarının birbirini tetikleme etkisi son tahlilde kısa ve en acı ifade ile de fakirleşmek anlamına geliyor.
Diğer tarafta ise doların artması ile Türkiye’deki irili ufaklı birçok şirketin Kur Farkı Giderlerinden dolayı 2015 yılını zararla kapatması öngörülüyor. Şirketlerin 2015 yılını bu şekilde zararla kapatmaları ise devlete ya hiç vergi ödemeyecekleri ya da ödeyecekleri verginin önceki senelere göre çok daha düşük olacağı anlamına geliyor. Bunun sonucunda ise, olması muhtemel gelişme ise devletteki bütçe açığının daha büyüyerek ortaya çıkmasıdır. Devlet oluşan bu açığı kapatmak adına belki de bütün milletçe belimizi büken dolaylı vergilere daha fazla yüklenmek zorunda kalacak.
Bütün bu muhtemel olumsuz senaryoların beraberinde kamu otoritesinin izleyeceği yeni maliye politikalarının piyasa ekonomisindeki kaçınılmaz karşılığı, bu toplumda sayısız kere yaşanarak sınanmış olan ham madde fiyatlarının yukarılara taşınması sonucudur.
Bunun sonucunda, üretim pahalı hale gelir mi? Tartışmasız yanıt, “EVET”. Üretim pahalılığı sonucunda yükselen fiyatlar dolayısıyla tüketim malları giderek pahalılaşacak ve zaten fakirleşmiş olan toplumun bu malları alabilme olasılığı giderek azalacak mı? Ne yazık ki buna da “evet” demek zorundayız.
Sosyal bilimlerin analiz yapma olanaklarını ortaya çıkaran verilerin birbirleriyle olan etkileşimlerinin yoğun sarmalı ve dinamiği tek bir unsurun bile bir toplum için hayati öneme sahip olma özelliğini ortaya koymakta. Bu durum iki yönlü işletilebildiği için de kimi zaman bir sosyal referansı maalesef diye dillendirmekteyken kimi zaman da bir diğerini gözlerimiz parlayarak keyifle söylemlerimize konu etmekteyiz.
Dolayısıyla, arkadaşıma da kısaca özetlediğim senaryoyu sizinle de paylaşmak istedim. Bana ne demeden düşünmemiz gerekiyor. Çünkü aslında her düşünmeden söylediğimiz cümlelerin ve eylemlerimizin bize ve topluma dönüşleri beklediğimizin çok daha ötesinde olabiliyor.
Atakan Korkmaz çok güzel ifade etmiş:
Her şeyin özüne gitmeli insan, görünene değil. Bildiğin gördüğün kadardır çünkü. Gördüğün baktığın kadar ve baktığın düşündüğün kadar. Baktığını görmez, gördüğünü düşünmezsen eğer, gördüğünün bildiğine sığmadığını da göremezsin.