Tam bir şiddet toplumu olduk. Yoksa zaten öyleydik de, ortamlar uygun olunca mı çıkıverdi içimizdeki canavar. Normal şartlarda aklıselim, mantıklı sakin görünen insanlar uygun zemini bulduklarında öfke patlaması yaşıyor. Şiddet kaygan bir zemin diyebilirim. Bu zeminin üzerinde şiddeti uygulayan da, maruz kalan da, çevresindekiler de mutlaka zarar görüyor. Şiddet için mazeretimiz ekonomik şartlar, futbol fanatizmi, trafik ya da siyaset olabiliyor. Kısaca şiddet hemen hemen her yerde kol geziyor. İnsanlık dışı, çağ dışı cinayetler nereye gidiyoruz dedirtiyor.
Barış telkinleri yaptığımız şu günlerde ülkemizde hoş olmayan olayların yaşanması da oldukça düşündürücü. Türkiye yüzü Batı’ya dönük, insan haklarından yana çağdaş bir ülke olma yolunda ilerlerken bu Orta Çağ olayları nasıl yaşanır anlamak mümkün değil. Elbette her toplumda bireysel psikopatlar, caniler çıkabilir ama öylesine çok öylesine birbiriyle bağlantılı ki; bu iğrenç olayları ”münferit” diye görmek ”tekil” olarak algılamak mümkün değil.
Şiddet toplumsal bir sorun artık bizim için.
‘Dayak cennetten çıkmadır, Nush ile uslanmayı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ atasözlerimiz olduğu için mi acaba şiddet eğilimi? Ya da çocuklarımızı öğretmenlerimize teslim ederken ‘Eti senin kemiği benim’ diye dayak toleransı tanımamızın etkisi var mı? ‘Git ara bul, saçlarını yol getir’ , ‘Ya benimsin ya toprağın’ şeklinde türküler yakmamız, şiddete yöneltiyor olabilir mi insanları? Veya hoşgörü, saygı, sabır, umut gibi duyguların yoksunluğumu şiddetin temelleri?
Sebep ne olursa olsun artık bir şeyler yapma zamanı… Şiddeti önlemek için benim de yapabileceklerim var diyebilme zamanı. ‘Su hiç bir zaman ateşten korkmaz’ demiş Mevlana. Bu sözden hareketle şiddeti hoşgörü, umutla tevekkül ile yenebiliriz. Başka bir deyişle gökten düşen üç elmanın ikisinden kurt çıktı. Sevgi ve saygı artık yok! Kurt ikisinide bitirdi, tek sağlam kalan elma umut, bir ısırımlık tek doğru, tek şans umudumuz kaldı…