Merhaba değerli dostlar. Bundan sonra bu sayfada birlikte olacağız. Yaradan’ın dilediği kadar. Vira Bismillah.
Batı Karadeniz perspektifinden güncel meseleleri takip edeceğiz. Dünya ve ülke gündemini Batı Karadeniz ölçeğinde değerlendirmek ve derin vadilerin, ulu kanyonların kokusunu yansıtmak dileğimiz. Cennet kadar güzel, çöl kadar yalnız beldeleri geçmişin sessiz kahramanları ile yeniden buluşturmak niyetimiz. Akıbet hayrola…
Bugün iki konuyu değerlendirmek istiyorum: Birincisi Batı Karadeniz ve Kastamonu kesişmesi, ikincisi ise cennet kadar güzel, çöl kadar yalnızlığı sessiz kahramanlarla buluşturmayı…
Batı Karadeniz iklimi
Bat Karadeniz’in iklimi de insanı da nev-i şahsına münhasırdır. Bu “sui genaris” tanımına kadar gitmez ama özgünlüğü de tartışılmaz. Ordu ile Sivas’ın ortak yaylalarından başlayıp Canik Dağları’nı derin bir vadi ile aştıktan sonra Karadeniz’e ulaşan Melet Çayı’nın Mesudiye ilçesinde 3 farklı coğrafya oluşur. Güneydoğudan gelen İran/Turan flora bölgesi, Kuzeydoğu hattından Avrupa/Sibirya flora bölgesi ve Güneybatıdan gelen Akdeniz flora bölgesinin tam kesiştiği noktada doğu Karadeniz iklimi sona ermektedir.
Melet Çayı Batı Karadeniz ikliminin başlangıç yeridir. Yaz ve kış sıcaklıkları Doğu Karadeniz tipine göre biraz daha düşüktür. Mutedil ve yaşanabilir bir iklim söz konusudur. Yıllık sıcaklık ortalaması 13°C – 14°C iken, Ocak ayı sıcaklık ortalaması 5°C ve Temmuz ayı sıcaklık ortalaması ise 21°C’dir. Yıllık yağış miktarına gelince 1000-1500 mm civarıdır. Bölge kültürel ve sosyolojik olarak ta farklı bir kültüre ve sosyolojiye sahiptir. Ancak, Sepetçioğlu havası klasik Ege Efe havası ile benzeşir. Ayrı bir ağzı vardır ama Batı Anadolu ve Toros bölgeleri ve aradaki havza ile kelimeleri arasında benzerlik fazladır.
ÜSKÜDAR’A KADAR MI KASTAMONU?
Araştırmacı Ahmet Ergan Bey tarafından yapılmış çeviri, Hicri 1266 Tarihli Osmanlı Devlet Salnamesinin 70-72 Sayfaları bu bilgileri verdiğini söylemektedir. Ancak, Üsküdar´a kadar KASTAMONU eksik bir tanımlamadır. Aslı İstanbul Boğazına kadar Kastamonu olmalıdır. Haritalara bakan Üsküdar’ı ve Kastamonu’yu hemen birlikte yakalar. Bu Melet Çayından İstanbul Boğazına kadar harika bir coğrafyaya işaret eder: Batı Karadeniz Coğrafyası…
EYALET-İ KASTAMONU
Şimdiki vilayetlerden İstanbul Anadolu yakasından başlayarak, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Düzce, Bolu, Zonguldak, Karabük, Bartın, Kastamonu, Çankırı, Sinop, Samsun ve hatta Ordu ve Görele’ye (Giresun) kadar uzanmaktadır. Bundan sonra nerelisin diyenlere Üsküdar Kastamonuluyum diyebilirsiniz. Sami Biberoğlu’nun aşağıda verilen yazısı 12.04.2016 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir ve bu güzel anıyı tarihe çevirmek mümkündür. Yazar da öyle yapmış, Giresun Görele’den İstanbul Boğazına kadar muhteşem bir Kastamonu’nun ayağı yere basan hikayesine ulaşmış. Hadi takip edelim:
ÜSKÜDAR KASTAMONULUYUM…
(Kadıköy’e gidiyorduk…)
Neyse efendim, biz otobüste Mehmet Ali ile aramızda konuşurken yanımıza yaşlı bir amca oturdu ve o da muhabbetimize dahil oldu. Baktım adam hoşsohbet biri merakla sordum: “Amca memleket nere?’’ Adam cevap verdi: “Kastamonuluyum.’’
Sanki Kastamonu’yu çok bilirmişim gibi (Hayatımda hiç görmedim maalesef) yine sordum: “Kastamonu’nun neresindensin’’ Yaşlı adam gayet ciddi bir şekilde cevap verdi: “Üsküdar Kazasındanım.” Şaşırdım tabii ki. Hani gitmedim, görmedim ama Kastamonu’nun Üsküdar diye bir kazası yok.
Devam ettik konuşmaya.
-Amca! Kastamonu’da Üsküdar diye bir köy ya da mahalle mi var yoksa?
Adam yine gayet ciddi:
–Öyle bir köy ya da mahalle yok. Ben şimdi İstanbul’un bir ilçesi olan Üsküdar’dan bahsediyorum.
Ağzım bir karış açık kaldı. “Adam tozutmuş anlaşılan” diye düşünüyordum ki Mehmet Ali girdi devreye:
-Hocam ‘Sen Üsküdar’ın Kastamonu’ya bağlı bir ilçe olduğunu’ bilmiyor muydun yoksa?
Mehmet Ali’nin yüzüne bakıyorum, şaka yaptığına dair en ufak bir iz yok. O da gayet ciddi.
Adam devreye girdi tekrar:
-Eskiden bazı nüfus cüzdanlarında “İli: Kastamonu- İlçesi: Üsküdar ” yazardı.
Gayrı ihtiyari “Ohaaa” demişim. Kastamonu nireee, Üsküdar nire. Olacak iş mi?
Adam da Mehmet Ali de ısrar ediyorlar. Hatta 1930 yılına kadar filan Üsküdar’ın Kastamonu’ya bağlı olduğunu söylüyorlar.
“Yahu olamaz” diyorum ama dediğim gibi gayet ciddiler. Hatta Mehmet Ali “Bir tarihçi olarak senin bunu bilmen lazım” diyor. Ben de “Her halde işlediği bir suç sebebiyle cezalandırılmış Üsküdar. Yoksa aralarında yüzlerce kilometre var” diyorum ama kafam da takılıyor elbette bu “İli: Kastamonu, İlçesi: Üsküdar” olayına.
Eve gelir gelmez başladım internetten araştırmaya ki “Aman Allah’ım” Bu konuyu bilmeyen sadece ben kalmışım galiba bu memlekette.
Yok yok heyecanlanmayın. Olay aslında doğru ama o kadar karmaşık bir olay değil.
Öncelikle hemen belirteyim: Üsküdar 1930’a kadar değil ama 1924 yılına kadar Kastamonu’ya bağlıymış. Belki şaşıracaksınız ama 1924’de il olmuş. Anadolukavağı, Gebze, Kartal, Pendik, Şile, Beykoz, Kandıra, Üsküdar iline bağlıymış. Fakat bu vilayet olma durumu sadece iki yıl sürmüş. 1926’da ise yepyeni bir düzenleme daha yapılmış ve İstanbul iline bağlanmış. Sonraları ise pek çok ilçesi bağımsız ilçeler olmuş. Yani aslında Kastamonu’nun bir kazası olma durumundan tam anlamıyla 1926 yılında kurtulmuş.
Şimdi gelelim Kastamonu’nun bir kazası olması durumuna.
İşte bunu anlamak için Osmanlı Devletindeki Devlet İdari Birimlerine bakmak lazım.
Osmanlılarda Devlet öncelikle eyaletlere ayrılıyor. Eyaletler sancaklara (Sonraları Liva deniyor ki bu günkü karşılığı il-vilayet ) Sancaklar kasabalara, kasabalar ise karyelere (Köy).
Osmanlılar Kastamonu ve havalisini Candaroğulları’ndan aldıktan sonra burayı merkezi Kastamonu olan bir eyalet yapıyorlar ki daha sonraları bilindiği gibi bu eyalet bir şehzade yönetim biridir (Biz ona kısaca şehzade sancağı diyoruz.) Mesela Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Cem Sultan Kastamonu’da sancağa çıkmış.
Şimdi…Kastamonu eyalet. Peki bu eyaletin sancakları hangileri? (Yani illeri) Başta tabii ki Kastamonu Merkez, Samsun, Sinop, Çankırı, Bolu, Düzde, Adapazarı, İzmit, Bilecik, Zonguldak, Bartın… Hepsi Kastamonu’ya dahil. Ancak şöyle bir durum var: Bu saydığım illerden sadece Bolu, (Viranşehir), İzmit, Çankırı ve Sinop sancak. Yani il.
Şimdi isterseniz Kastamonu Eyaletine Bağlı iller ve ilçelere bakalım.
Nereden bakalım: Rumi 1266 Miladi 1850 tarihli Başbakanlık Arşivindeki devlet salnamesinin 70 ve 72. Sayfalarına bakalım. (Osmanlıca olan bu metinde geçen bazı yer isimlerini hemen tanıyacaksınız. Bazı yer isimlerini ise ben de bilmiyorum.
(Not: Salname yıllık demektir.)
EYALET-İ KASTAMONU:
LİVA-İ KASTAMONU MERKEZ
Kastamonu maa nevahi-i Azdavay, Boyalı, Sırt Araç, Eflani i Daday, Çekelne, Zani, Hasalay (Hoşalay), Cide, Devrekani, Küre-i Cedid, Göl maa Daday, Küre-i Nuhas, Nahiye-i İnebolu, Sorgun-i Kastamonu, Taşköprü maa Kevni, Yörükhan, Araç, Nahiyei-i Gökçeağaç maa Akyürük Merküze
LİVA-İ İZMİD
İzmid maa nevahi-i Ayvacık ve Bağçelik ve Yeni köy, Nahiye-i Karamürsel, Yalakabad
Nahiye-i Pazarköyü maa Görele ??? (Giresun- Görele diyor ama sanırım bir yanlış okuma söz konusu. O kadar da değil yani) Adapazarı maa Sapanca, Akhisar ve Geyve, ab-ı Safi Sançayır, Taraklı Yenicesi, Dodurga, Hendek nam-ı diğer Pazarsuyu, Şeyhler Nahiye-i Kandıra, Kaymaz, Şile, Beykoz namı diğer Yoros, Kartal maa Aydos, Gekbuze (Gebze) Taşköprü, Beşdivan, Ağaçlı, Akabat
LİVA-İ BOLU
Bolu, Nahiye-i Dörtdivan, Çaka, Gerede, Mudurnu Nahiye-i Kıbrıscık, Pavli, Düzce maa Konapa, Gümüş maa Efendi, Üskübi, Akhisar-i Bolu, Bender, Ereğli, Alaplı maa Somako, Hisarönü nam-ı diğer Filyos, Yılanca, Devrek, Derkâne maa Seki, Divan-ı Mengen.
LİVA-İ VİRANŞEHİR
Viranşehir, Karabük, Zonguldak, Amasra, Bartın nam-ı diğer Onikidivan, Şahabettin, Korukavak maa Kızılbey, Yenice-i Eflani, Aktaş, Oğlakdere, Taraklı, Borlu nam-ı diğer Zağferenbolu, Tefen, Gölpazarı-i Borlu, Eflani, Borlu, Ovayüzü, Keçinos, Ulus, Zernene, Çarşamba-i Bolu, Perşembe-i namı diğer Yedidivan, Yörkhan-ı Taraklı
Üsküdar nerede peki? Beykoz Üsküdar’a bağlı olduğuna göre, bu salnamede ise Beykoz’un da Kastamonu eyaletine bağlı olduğu belirtildiğine göre demek ki bazı Kastamonuların dediği gibi “Üsküdar’a kadar Kastamonu” değil, Üsküdar da dahil Kastamonu.
Peki bu konuyla ilgili olarak bahsi geçen salname dışında bir kayıt var mı? Evet var:
1900 tarihli haritada da Kastamonu Eyaletinin sınırları gösterilmiştir.
Kastamonu Eyaletinin bu günkü sınırları yer almaktadır.
Evet… Bu günlük de bu kadar.
Velhasılı kelam sizin de karşınıza “Kastamonu ilinin Üsküdar ilçesindenim” diyen biri çıkarsa şaşırmayın benim gibi.
Melet Çayından İstanbul Boğazına kadar Kastamonu, bir başka ifade ile Batı Karadeniz…
Sınır meselesi çözüldüğüne göre işin özüne girelim.
CENNET KADAR GÜZEL, ÇÖL KADAR YALNIZ SESSİZ KAHRAMANLAR
Batı Karadeniz cennet kadar güzel de yalnızlık neden çöl gibi… Sessiz kahramanlar kim? Bu soru aklınızdan geçti biliyorum. Bugün emekli yargıç sınıf arkadaşım Önder Tekin Bey paylaşmış hikâyeyi. Gelin ondan dinleyelim:
Salona eli bağlı üç kişi getirildi, sanık sırasına oturtuldular.
Mahkeme başkanı Saruhan Milletvekili Mustafa Necati sanıklardan en yaşlısına, ihtiyar köylüye sordu.
-Baba adın ne?
Dinleyicilerde bir ferahlama görüldü. Demek bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafifti. Bu yüzden ilk yargılanıyordu. İhtiyar ayağa kalktı.
-Hüsnü
-Baba adı?
-Ramazan
-Nerelisin?
-(Kastamonu.) İnebolu’nun Çatal bucağından.
-Baba, sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin !
–Tövbe de Reis bey !
-Ben tövbe dedim, sen ne dersin?
İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı. Elini koynuna sokup yıpranmış, buruşuk iki tomar kağıt çıkardı kürsüye doğru salladı:
-Reis Bey, Reis Bey!.. Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediğinden utanırsın!..
-Neden?
-Bu kağıtlar Balkan Harbi’nde ve Çanakkale’de şehit düşen oğullarımın nüfus kağıtlarıdır. İki arslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahbe gibi gizlemez Reis Bey!
Salonda çıt yoktu. Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne baktılar. Şaşkındılar. İhtiyar birden yamalı mintanını yırttı. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırladı.
-Hele gel Reis Bey, yakın gelde şu kalbura dönmüş göğsüme bak! Bu gördüğün yaraları Makedonya’da Bulgar çeteleri ile döğüşürken aldım. Sekiz yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem. Şehit arslanlarımın yarasıdır bağrımı delen. Benim oğlum askerden kaçsa bile ben saklamam. Bunu böyle bil!
Mustafa Necati Bey sıkıntısını gizleyemeyerek sordu:
-Peki baba. Oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?
-En son ilk kar düştüğünde gördüm. Aha şurada, Kastamonu askerlik şubesinin önünde. Ankara’ya selametlerken…
-Sonra hiç haber almadın mı?
İhtiyar duraladı. Bu soruyu beklemediği belliydi. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana baktı. Orada birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden korkuyordu sanki. Kararsızdı. Bir süre sağına soluna baktı. Sonra tükenmiş bir sesle başkana döndü:
-Diyecem diyecem, emme o itin ipini de ben çekecem!
Başkan gün görmüş geçirmiş bir tavırla sordu:
-Anlat bakalım baba!
-Askerin bazısı Halifecilere kanmış, başıbozuk olmuş dediler. Askerden kaçanları ortalıkta görmüyorduk, emme kulağımıza geliyordu. Kaçaklar yakalanırım korkusuna evine ocağına gelmezmiş. Kimi dağa çıkıp eşkıyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden para istermiş. Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi. Hah dedim, oğlan askerden kaçtı para ister. Benim okumam yazmam yok. Utancımdan kimseye okutamadım. Muhtar her önüne gelene demiş bana mektup geldiğini. Ele güne bakamaz oldum. Dünyaya kahrettim eve kapandım.
İhtiyar eğildi, bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kağıt çıkardı.
-Aha mektup bu!.. Alın okuyun. Nerdeyim diyorsa gidin yakalayın. Asarken de ipini bana çektirin!
Mahkeme başkanı Mustafa Necati kağıdı açtı, okudu. Birden yerinden fırladı, ağlayarak kürsüden indi. İhtiyarın önüne geldi. Boğuk sesiyle hıçkırdı:
-Baba bizi bağışla. Küçük oğlun da İnönü’de şehit düşmüş. Sana gelen mektup askerlik şubesinin şehitlik ilmühaberiymiş.
İhtiyar elini öpmek isteyen Mustafa Necati Beyi durdurdu:
-VATAN SAĞ OLSUN!..SİZ ASLANLARIM SAĞ OLUN!…
İhtiyar sessizce ağlamaya başladı. Çıplak ak kıllı göğsü körük gibi inip kalkıyor, kırışık yanaklarından süzülen gözyaşları sakallarının içinde kayboluyordu.
Vatan hainliği suçlamasından kurtulduğuna mı ağlıyordu, son oğlunu da yitirdiğine mi? Kimse anlayamadı…
(Alptekin Müderrisoğlu’nun Sakarya isimli kitabından…)
Kalın sağlıcakla…