2000’li yılların başı idi. İş hayatına adım attığım ilk yıllar. Çok iyi, başarılı ve ileri görüşlü (birçok insan için pesimist/ benim için ise, temkinli diyebileceğim) bir yönetici ile çalışma fırsatım olmuştu. Kendisi konusunun gerçek bir uzmanı idi. Akademik geçmişi sebebiyle yıllarca işin teori kısmında yer aldığı ve şirketlere de bu konuda yol göstericilik/ rehberlik yaptığı için, o an çalıştığı kurum adına da bunu layıkıyla yapmak istiyordu.
İlk bütçe raporumu Üst Yönetime Sunmak için hazırlıyordum. Nihayet raporum bitmişti. Raporumu kontrol için bu yöneticim ile paylaştığımda cevap olarak bana, sadece olanı yazdığımı, ileri de olması muhtemel senaryolara yer vermediğimi bunun doğru bir davranış olmadığını dile getirmişti. İthalata dayalı işlem hacmi olan bir şirketin raporunda mutlaka Kur Riskine dikkat çekmem gerektiğini ifade etmiş ve bugünkü olumlu tablonun kur riski ile karşı karşıya kaldığında sürecin nasıl terse dönebileceğini raporun sonuç bölümünde en çarpıcı hali ile uyarı mesajı olarak yazmam gerektiğini bana anlatmıştı. İlk günler çok abartılı gelen bu söylemin ne kadar yerinde bir değerlendirme olduğunu çalıştığım sonraki yıllar, yaşadığım tecrübeler bana gayet net bir şekilde göstermiştir. Çünkü o şirketimiz çok iyi kazanıyor, fakat cari hesap çalışıyordu. Bu sebeple her zaman bıçak sırtı bir durumu vardı. Olası bir kriz anında kur riski sebebiyle yıllarca dönem sonlarını karla kapatan bu şirket bir anda tepetakla olabilir, şirketin şaşalı günleri bir anda bitebilirdi. Bu sebeple bizim, şirket mali işler departmanı olarak gerekli uyarıları bıkmadan usanmadan raporlarımızda yazmamız gerekiyordu ki yönetim kurulu önlemlerini alsın ve kur riskini en aza indirgemek için gerekli adımları atabilsindi. Biz de bu temkinli yöneticim sayesinde böyle yaptık ve kurların çok yukarılara tırmandığı yıllarda bile kur riski maliyetlerinden göreceli olarak çok daha az etkilenmiştik.
Peki şimdi ah, vah yapan bir çok şirket yetkilisi bugünlerin geleceğini öncesinden hiç hesaplayamadılar mı?
Bittik, öldük naraları atanlar dolar ile borçlanmanın her zaman daha az maliyetli olduğu ile övünmüyorlar mıydı? (!)
TL ile borçlanma faizinin dolar ile borçlanmanın 3-4 katı olduğu ve bu sebeple asla TL kredisi kullanıp da yatırım yapmayacağını ifade eden şirketler kazançlarını hiç bu yıllar için saklamadılar mı? Sanırım hayır.
Dolar ile yatırım kredisi kullanan tüm şirketler bugünlerde faiz artışı duasına çıkmış durumdalar. Çünkü TL’de faiz artışı gerçekleşmesi, doların düşmesi bu da dolar borcunun finansman maliyetinin ucuzlaması anlamına geliyor. Nedenine gelirsek- TL faizi yükseldiğinde Türkiye’ye yabancı sıcak para girişi sağlanacak ve bu sıcak para girişi ile birlikte dolar fiyatları aşağı yönlü bir hareketle yabancı para ile borçlananları bir nebze de olsun rahatlatacaktır.
Türkiye’de olup da ithalat yapan şirketler ile üretim/yatırımlarını yabancı para ile borçlanarak yapan iş dünyası, yıllarca hiç istemediğimiz bu uygulamanın gerçekleşmesini dört gözle bekler duruma geldiler. Çünkü dolar bir yılda 2,10 TL’den 3 TL’ye yükseldi. Ve bu durumda dolar kredisi ile borçlanan şirketlerin borçlanma maliyetleri neredeyse %50’leri buldu. Doların reel %43’lük artışının üzerine bir de finansman faizi eklendiğinde özel sektörün üzerinde kaldıramayacağı çok ağır bir yük kaldı.
Ne yapılması gerekiyor diye soracak olursanız onun cevabını sadece beklemek diye cevaplayabilirim. Çünkü bütün piyasa gibi bende gözümü 1 Kasım Seçimlerine dikmiş bir şekilde beklemedeyim. Kasım seçim sonuçları birçok farklı senaryolar doğurabilir. Seçime kadarki dönemde size bu olası senaryolardan da bahsedeceğim.
Özetle şunu söyleyebilirim: Hem devlet olarak, hem iş dünyası olarak, “yapısal sorunlarımızı çözmeden sürdürülebilir bir büyümeyi sağlamamız olanaksız” Toplumsal yapıyı bir binaya benzetirsek artık boya, badana, pervaz ile uğraşmak yerine kolonlara yönelip bunların, tadilat tamirat ve de yapısal güçlendirmelerini ele almak zorundayız. Hepimizin malumu şu ki, doğal dünyada olumsuz yönde değişen iklim koşullarının yanı sıra sosyal yapıların iklimlerinde de yaşanan son derece olumsuz değişimlere tanıklık edilmektedir. Bu yüzden sosyal depremlerin artan Richter ölçeği ivmeleri karşısında kolonların yeniden ele alınması, güvenli yarınlar için işin olmazsa olmazı artık!