Kış günlerinin gelmesi ile birlikte evde kaldığımız süre artmaya başladı. Eski alışkanlıklarımdan biri olsa gerek, roman okuma alışkanlığım da nüksetti. Kastamonu’nun soğuk kış günlerinde yakalanmıştım. Kastamonu Göl Anadolu Öğretmen Lisesi’nin yatakhanesinde, kış günlerinde hafta sonu izinlerimi yatağın içinde roman okuyarak geçirirdim. Kütüphane kartımı kış günlerinde veresiye defterine çevirirdim. Havaların soğuması ile birlikte kitapçıların dayanılmaz sıcaklığı beni çekmeye başladı. Uzun zamandır okumayı düşündüğüm İskender Pala’nın Efsane romanını aldım. Havalar böyle devam ederse mayısa kadar birçok roman bitiririz.
Tabi bunları yaparken Kastamonu ile ilgili roman var mı diye araştırdığım da oluyor. Aslında ilk aklıma gelen roman Rıfat Ilgaz’ın Halime Kaptan oluyor. Roman severlerin, özellikle Kastamonulu severlerin bir çırpıda okuduğu bir romandır. Cideli bir gemici –reis- kızının kaptan oluşunu anlatır roman. Sonra Yıldız Karayel gelir. Rıfat Ilgaz’ın romanıdır bu eser de. Okumak nasip olmadı. Umarım temin eder ve okurum. Yakın dönemde hikayesi Kastamonu’da geçen roman var mı? Kent hikayeleri tarzında yazılmış bir çok eser var. Kastamonu’yu tanıtan eserler bunlar. Ahmet B. Karabucak’ın Adsızlar adlı romanı da bir döneme ışık tutan yeni dönem romanlardan. Eseri roman olmasa da tadını alabileceğiniz bir eserde; Erdal Arslan’ın Kastamonu Hikayeleri okunmayı fazlasıyla hak ediyor.
Tabi içinde Kastamonu geçen romanları tavsiye etmezsem olmaz diye düşündüm. Birkaç tavsiye:
Ahmet İhsan’ın 1892 yılında basılmış olan Haver adlı eseri. Bu eser hakkında tahlil okudum anacak eseri okumak nasip olmadı.
Ali Bayram’ın 2012 yılında basılan Kertik adlı eseri,
Muazzez Tahsin Berkand’ın 1959 yılında basılmış olan Kezban adlı eseri. Sinema filmini benim bir üst kuşağım seyretmiştir. Hikayesinin bir kısmı Taşköprü’de geçmektedir.
Velhasıl okumak gerekir. Bolca okumak. Eli kalem tutan hemşerilerimizin de yazılarında Kastamonu’yu konu almaları memleketlerine karşı ödemeleri gereken borçlarıdır.
Yazsa hayatı roman olan toplumumuzda, bireylerin kitap okumayışları beni düşündürmeye devam edecek.
Muhabbetle kalın.
Topal Akif adlı hikayemiz kaldığı yerden devam ediyor…
Mehmet ormanda biraz daha ilerlediğinde Akif’in öküzlerini, sonra da Akif’i gördü. Koşarak yanına indi. Hatta koşarken çantasını düşürdü ama onu orada bırakıp Akif’in yanına geldi. Akif baygın halde yatıyordu. Akif’in sağ ayağı kocaman bir ağacın altında kalmış, testeresi kırılmıştı. Akif yüzün koyu yatıyordu. Mehmet önce Akif’i uyandırmaya çalıştı. Akif zorda olsa ayıldı. Bacağındaki acı devam ediyordu. Yaşadıkları rüya değildi. Sonra Mehmet’i fark etti. Başında, uzun boylu zayıf bir adam dikiliyordu. İnildeyerek “Ayağım, ağacın altında galdı, çok acıyo, allasen yardım et.” “Dur hele” dedi Mehmet. Ağacı kaldırmak için ağaç parçası aramaya başladı. Ortalıkta o büyüklükte ağacı kaldıracak bir odun parçası bulamadı. Hemen arabaya yöneldi. Arabada balta ve urgan vardı. Balta sapı işe yarayabilirdi. Arabanın üzerine çıkarak urganla baltayı aldı. Baltayı Akif’in sıkışmış ayağının yanında ağacı altına sokmaya çalıştı. Akif’in acısı gittikçe artıyordu. Dudaklarını dişleri ile sıkmaktan kanıyordu. Acısını Mehmet görüyor ama gücü ağacı olduğu yerden kaldırmaya yetmiyordu. Son bir çare kalmıştı. Ağacı urganla iyice bağladıktan sonra urganın diğer ucunu biraz yukarıda bulunan gürgen ağacına bağladı. Ağacı yerinden oynatabilirse Akif de ayağını oradan çekebilirdi. Ağaca doladığı urganı beline de dolayarak yukarıya doğru çekmeye başladı. Biraz uğraştıktan sonra ağacı yerinden oynatmayı başardı. Bu sırada Akif de bacağını aşağıya doğru çekerek ayağını ağacın altından kurtardı. Akif ayağını gördüğünde suratının rengi küle büründü. Ayağı parçalanmış ve morarmıştı. Ayağını hissetmemesi de cabasıydı. Mehmet Akif’in ayağını kurtardığını görünce belindeki urganı yanındaki diğer ağaca bağladı.