Şaik dehr içinde çok âlem gördü.
Sevdiğinden az-çok bir sitem gördü
Derse ki; hep hicran, hep elem gördü
Divane gönlünün iftirasıdır
Şiirle iç içe olan biri olarak, sizlere bizden biri ile yukarıdaki dizelerin sahibini tanıştırmak istedim. 1902 yılında memleketimin güzel ilçesi İnebolu’da dünyaya geldi. İnebolu’nun suyu da toprağı da bereketlidir. Bu bereketli topraklardan nice kahramanlar, alimler ve edebiyatçılar yetişmiştir. Şairimiz de bu güzel ilçe de gözlerini açtı dünyaya. Babası ona Hüseyin Vehbi ismini vermiştir. Öğrenim hayatını Kastamonu İdadiyesi’nde yaparken 9.sınıfta okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Yine o yıllarda şiirlerini milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a gösterme fırsatı bulmuştur. Mehmet Akif, şairimizin şiirlerini beğenmiş ve takdir etmiştir. Kurtuluş Savaşı sonrası ara verdiği öğrenim hayatına öğretmen okuluna giderek tamamlamıştır. Ülkemizin birçok ilinde öğretmenlik görevini ifa etmiştir.
Bursa’da öğretmenlik yaptığı sırada aşağıdaki şiiri yazmış ve ülke tarafından tanınmıştır.
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir…
Tutuşup: kül olan ocaklarından,
Şahlanıp: köpüren ırmaklarından,
Hudutlarda gaza bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır…
…
Gökyay’ım ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlısında görenlerindir.
Evet, bahsettiğimiz şair, Orhan Şaik Gökyay. Bizden biri. Vatan sevdalısı. Kastamonulu.
Gökyay’ı tanınır kılan bir diğer hususta Dede Korkut hikayeleridir. Yani Oğuznameler. Gökyay ömrünün son günlerine kadar mesleğine devam etti. Öğretmenlik onun için kutsal bir görevdi. Yazdığı kitaplarını Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’ne bağışladı.
İnebolu Belediyesi’nin bastığı, Öğretmen Musa Kaya ve Davut Yılmazer tarafından yayına hazırlanan “İnebolu Sokaklarında Büyümüş İki Çocuk Orhan Şaik Gökyay ve Oğuz Atay” isimli kitap sizlere Orhan Şaik Gökyay hakkında daha detaylı bilgi verecektir.
Bu kitabı bir arkadaşım elinde görmüş ve sadece göz atabilmiştim. İnebolu Belediyesi’ne buradan bir ricada bulunalım, kitabın bir nüshasını bizlere gönderebilirlerse mutlu oluruz. Değerli meslektaşlarıma da bu eseri hazırladıkları için ayrıca teşekkür ediyorum.
Topal Akif hikayemiz de Google Play Store’da satışa çıktı. Hikayemiz kaldığı yerden devam ediyor. Esen Kalın.
***
“Sedye yok mu? Biri buraya baksın. Gözel kızı bi dane sedye buluvede, şu delikanlıyı doktara gösterivelim.” Muzaffer’in sesi devlet hastanesinin duvarlarında yankılanıyordu. Azdavay’da doktor bulamamışlardı. Muzaffer de Akif’i öyle bırakamamıştı. Mehmet’i de yanına alarak Ballı Dağ tarafından Daday’a uğraşmışlar ancak oradaki doktorların da Verem Hastanesi’nde seminerde oluğunu öğrenmişlerdi. Bu arada Mehmet de askerlik şubesinden askerlik tezkeresini almıştı. Acemi birliği İzmir çıkmıştı. Bahriyeli olacaktı. Sevinmeye bile fırsat bulamamıştı. Akif’in durumu daha önemliydi. Bir saate yakın Daday Hastanesi’nde beklediler. Daha fazla bekleyemeyeceklerinden Kastamonu Devlet Hastanesi’ne Akif’i getirmişlerdi. Gelirken de birçok badireler atlatmışlardı. Sarpun köyü yakınlarında lastikleri patlamıştı. Şansları yaver gitmiş, Ballıdağdan kereste taşıyan İnbolulu Rıza Bey onlara yardım etmişti. Rıza Bey Muzaffer’in ağabeyi Şevket’in arkadaşı çıkmıştı. Bir ara Şevket traktörleri arızalandığında Devrekâni’de yaptırmak zorunda kalmıştı. Orada tanışmışlar ve arkadaş olmuşlardı Rıza ile. Yani şehirdeki hastaneye gelene kadar birçok olay yaşamışlardı. Yine Subaşı köyü yakınlarında köy enstitüsünün öğrencileri arabalarını itmişti. “Geleceğin öğretmen beyleri, ne kadar mütevazı” demişti Muzaffer. Mehmet de tüm gençlere “öğretmen bey” diye hitap etmişti. O gencecik çocuklar kendilerine bu şekilde davranan köylülere yakın davranmış ve onlara yardım etmişti.
Devamı Haftaya