Hayat…
Bir bilmecedir…
Şifreler verir sana doğru cevabı bulman için, doğru cevabı vermez…
Hayat…
Bir labirenttir…
Sayısız çıkmaz sokakla selamlaşmadan hedefine ulaştırmaz…
Hayat…
Bir imtihan salonudur…
Gözetmeni olmayan, süresini bilemediğin…
Önüne hangi dersten hangi sorunun geleceğini kestiremediğin…
Hayat…
Kader denilen bir olgunun cüzi irade denen diğer bir olguyla yaptığı kombinasyonun sayısını bilemediğin permütasyonlar yumağıdır…
Elinde olmayanların sırtına yüklendiği, elinde olanların bu yükü taşımaya çalıştığı bir arenadır…
Hayat…
Bir trajedir…
Bir dramdır…
Bir komedidir…
En mutlu günlerini yaşarken en berbat yarınların harcını kardığının farkına varamamaktır…
En büyük acıları yaşarken aydınlık ufuklara gebe bir karanlığın son demlerinde olduğunu bilememektir…
Hayat…
Tezatların tarlasıdır…
Dost bildiğinin düşman olması…
Düşman sandığının dost eli uzatması…
Kazandığında kaybetmek, kaybettiğinde kazanmaktır…
Hayat…
Hasrettir…
Özlemdir…
Bir kardeş selamında bulduğuna yeni bir kardeş selamında tekrar el uzatabilme umududur…
Bir kardeş yüreğinde bir abi bakışını tekrar görebilme hayalidir…
Hayat…
Pişmanlıkların…
Nedametlerin…
Utançların deryasıdır…
Kumpasın kapanında kaybettiğini, vefanın ve affetme erdeminin bağrında yeniden kazanabilme ümididir…
Hayat…
Ettiğini bulma cenderesidir…
Yoldan kaydığın kadar kaymasıdır parmağının…
Kırdığın kalp sayısınca kırılmasıdır kemiklerinin…
Kibrin derecesinde rezilliği yaşamandır vicdanında…
Hayat…
Sevgidir…
Umuttur…
Hoşgörüdür…
Affetmektir…
Anlamaktır…
Yıl kadar süren saniyelerin, asırlara bedel günler getirdiği, uykusuz gecelerin kapkara sessizliğinde arşınlanan Arnavut kaldırımlarının Necip Fazıl’casına Çile’yi haykırdığı zamanların ötesinde…
Bir Eylül sabahında ya da akşamında…
Bir kardeş selamında…
Yeniden buluşmak sevdasında…
İçe akan gözyaşlarında nedameti yıkamaktır…
Hayat…
Yarını bilemediğin…
Bugünü yaşayamadığın…
Dünü değiştiremediğin…
Bir arzuhaldir…
Süte beyaz mürekkeple yazdığın…
Sadece beyazdaki beyazı ayırabilenin okuyabildiği…
Ve yazanın okunduğunu bildiği…