Ahmet’i tanır mısınız siz? Ahmet Kastamonuludur. Kastamonu’nun bir kazasından… Köyü vardır bizim köylere benzeyen. Tarlaları vardır; üzeri otlaktan geçilmeyen. Hatta babadan kalma evi. Çok eskiden de yapılmış değildir. Yirmi yıl bilemedin yirmi beş yıl önce yapılmıştır. Çocukken o evde çocuğun sayısını köylüleri bile bilmezdi. Göçtü ya Ahmet’in babası bu diyardan. Kemal Çavuş derlerdi ona. Askerde çavuş olduğundan mı, köyde muhtarlık yaptığından mı denirdi bilinmez. Çavuş aşağı çavuş yukarı. Tam altı çocuğu vardı. Biri de bizim Ahmet.
Ahmet çocukluğunu köyünde geçirdi. Köydeki ilkokulda okudu. İlkokul beşteyken babası zor gönderiyordu okula. Kemal Çavuş ön kapıdan koyuyordu Ahmet’i, O arka kapıdan kaçıyordu. Öğretmenleri okumada gönlü olmadığını söylüyordu. Ama Kemal Çavuş okutmak istiyordu. Büyük adam olsun istiyordu. Tüm çocukları için uğraşı, onları okutmaktı. Ama Ahmet okumak istemiyordu. O kamyon alıp, şoför olacaktı. O kocaman kamyonları kullanacaktı. Zaten tüm oyunlarında da kamyon şoförüydü. Gel zaman git zaman Ahmet büyüdü. Evin kızları evlendi el oldu, oğulları evlendi köylü oldu. Kemal Çavuş hiçbir çocuğunu okutamamıştı. Hiç birinin gönlü yokmuş okumakta. Erkenden evlenip, büyük şehirlere yerleştiler. O da Ahmet’i ile baş başa kalmıştı. Zaman biraz daha yol aldı kendi mecrasında. Önce Kemal Çavuş’un hanımı, sonra Kemal Çavuş göç etti ebedi aleme. Evdeki hayvanlarda birer birer satılmıştı. Elleri ve sırtı bomboş kalmıştı Ahmet’in.
Askerlik bitmişti. Bittiği gibi İstanbul’a bir yufkacının yanına… Ne yapacaktı ki köyde? Tarla ekip zar zor mu geçinecekti. Çalıştı yufkacıda. Yufkacılığın her türlü hünerini öğrenmişti. Öğrenmişti de nafile. Para yoktu pul yoktu. Elde yoktu, sırtta yoktu. Asgari ücret ile yıllarca çalışmıştı. Sigortası bir gün bile ödenmemişti. Yaşı çoktan geçmişti baltaya sap olmak için. Evlilik bahçesinde eline hep dikenler batmış, gülden umudu kesmişti. Borçları dağ gibi olmuştu. Ama kararlıydı İstanbul’da yaşamaya.
Köyü başka güzeldi Ahmet’in. Tarlaları ayrı verimli… Hatta elli tane ceviz ağacı vardı ki, Kemal Çavuş öleceğini anlayınca dikmişti. Ahmet onları satar da düğün-dernek yapar diye düşünmüştü. Kargaların yuvası olmuştu ceviz bahçesi. Köylüler de toplar bir sene o cevizleri yerdi. Ne de olsa sahipsizdi. Ev ise yıkıldı yıkılacaktı. Bakımsızlıktan her yerinden su giriyordu. Ev sahipsizdi köyünde. Ahmet sahipsizdi İstanbul’da.
Kuru inadı yetiyordu Ahmet’in. Büyük adam olacaktı ya. Büyüdü de adam olma konusunda biraz sıkıntıları vardı. Aslında köy onu çağırıyordu. Ama o duymazlıktan geliyordu. İstanbul’da kazandığı parayı evin kirasına yatırmak her halde hiç canını sıkmıyordu. Yaşlandığında yanında kimsenin olmayacağı da umurunda değildi. Emeklilik ise ona çok uzaktı. Kardeşleri zaten ona borç vermekten usanmışlardı. O da onların yüzüne meraklı değildi. Hele bir kere ablası köye git demişti de ne kadar ağrına gitmişti. Köy yaşanılması gereken bir yer değil de sürünülmesi gereken bir yerdi. İstanbul, İstanbul başka bir şehirdi. Beş kuruşsuz da olsa başka bir şehirdi.
Neme lazım Ahmet… Her gün senin gibi onlarcası İstanbul’un ara sokaklarında, köydeki ekin tarlalarının içindeki yabani otlar gibi kayboluyor. Ekin olmayı seçmek varken, yaban olmayı tercih edene ne denirdi ki?
Selametle…