Her halde derdimizi en güzel konuşarak anlatıyoruz. Bunda şüphe yok. Ancak bedenimiz de konuşurken çeşitli mesajlar iletmekte karşımızdaki kişiye veya kişilere. Bu yüzden elimizi kolumuzu koyacak yer ararız konuşurken. Sanki kendi söylediklerimize destek ararcasına…
Bu hafta sizlerle paylaşacağım konu; ağız. Ağız ne diye, şöyle bir Türk Dili Kurumu Sözlüğü’nü açıp bakalım. Ne diyor TDK Sözlüğü;
Aynı dil içinde ses, şekil, söz dizimi ve anlamca farklılıklar gösterebilen, belli yerleşim bölgelerine veya sınıflara özgü olan konuşma dili.
Nereden çıktı mı bu ağız meselesi? Ağzımızı tutamadığımızdan çıktı. “Hadi sen oradan. Sen tutabildin de sıra bize mi geldi?” diyenleri duyabiliyorum. Ve sol kulağımı çınlattığınızı hisseder gibiyim. Mesele öyle değil sevgili okuyucular. Ağzımıza sahip çıkmıyoruz derken Kastamonu Ağzı’na sahip çıkmıyoruz. Zaman zaman sıkılıyoruz kalabalıklar içinde kendi ağzımızla konuşmaktan. Kötü şakalara kurban gideriz diye az konuşuyoruz. İstanbul Ağzı ile konuşmayı tercih ediyoruz özel yaşantımızda da.
Kimi zaman toplantılarda memleketimi sorarlar. Ben de gururla ve onurla Türkiye’nin sağlam memleketindenim. Kastamonuluyum derim. Onlarda; “Yani dep-depsin” derler. Evet, bildiniz derim. Sonra başlarım;
“Siz biliyonuz mu dep-dep nedü? İstesenüz söylüverin. Gastamonu’nun futbol maçu varmuş. Taraftarla bakmışla gastamonulu oyuncula gol atemeyala, atamadukları gibi gol yeyela. Tutturmuşlar tezehuratı
Atacın deyon, atemeyon
Depecin deyon depemeyon
Hep golleri sen yeyon
Hadi gari yetti gari Gastamonu Gastamonu dep dep dep”
Yani “dep-dep hikayesi” böyle der. Oradakilerin cahilliklerini kaldırmaya çalışırım.
Elbette yazı dilinde, resmi dilde Kastamonu Ağzını kullanmamalıyız. Ama özel yaşantımızda, dost sohbetlerinde ve zamanı geldiğinde ağzımıza sahip çıkmalı ve konuşmalıyız.
Yeri gelmişken size bu haftaki konumuzla ilgili bir tez çalışması tavsiye etmek işitiyorum. Ergün Acar’ın “Kastamonu Merkez ve Köyleri Ağzı” adlı çalışmayı mutlaka okuyun.
Birazda hatırlatma adına Kastamonu ağzından sözler paylaşalım da keyfimiz yerine gelsin. Yazacaklarımın anlamlarını söylemeyeceğim. Sizler hemşerimizsiniz, anlamını zaten biliyorsunuzdur.
Ağnanmak, Allasen, Bakraç, Basdurma, Besdil, Beygir, Buva, Cıtgadacuk, Çapmak, Çar, Çember, Darakdalı, Dürü, Fişir fişir, Fiy gada, Galaycı, Ganluca, Gapmak, Gidişmek, Gofur, Gunnamak, Hapaz, Hergele, Hıra, İbi, Laflamak, Loğa, Mıkdar, Maşraba, Muruş, Oğlük, Örk, Boyunbağı, Panga, Seyitmek, Dabaka, Tekavüt, Tevatür, Üğleşme, Yaba, Yavuklu, Yaruk davul, Yılışuk, Zahan.
Topal Akif Hikayemiz kaldığı yerden devam ediyor. Sizi Topla Akif ile başbaşa bırakıyor esenlikler diliyorum.
Topal Akif
Güneşin ışığı Akif’in yüzüne vuruyordu. Nerde olduğunu bilmiyormuşçasına sağına soluna baktı. Bacağında bir acı hissetti. Bacağını çekmeye çalıştı. Ama gelmiyordu. Bacağına doğru baktığında ağacın altına kaldığını fark etti. Akif’in bacağı ayak bileğinden ağaçla toprak altında kalmış ve kırılmıştı. Ayağı geceden sabaha morarmış ve hissizleşmişti.
Şimdi kim bulacaktı Akif’i ormanın içinde. Her sabah Topuk Köyü’nün hayvanları inerdi çayıra ancak o ana kadar kimsenin sesini duymamıştı. Bir ara tüfek sesleri duymuştu. Ama gelen giden yoktu. Hiç olmazsa köpek sesi olurdu. Havada iyiden iyiye kapanmıştı. Yağmur yağacaktı anlaşılan. Akif bunları düşünürken öküzler huysuzlanmış, önündeki yulafları bitmişti. “Allah vere yabani hayvan gelmeye” dedi.
Uzunağalardan Kara Abdullah’ın oğlu Mehmet o sabah erkenden askerlik tezkeresini almak için Daday’a gitmesi gerekiyordu. Mehmet, Gecen Köyü’nden yürüyerek Topuk Köyü’ne inmiş oradan da Pazar yoluna geçmeye çalışıyordu. Soyadını hak etmeye çalışırcasına uzun boyluydu. Civar köylerde ondan daha uzunu yoktu. Zayıf ve bakımsız hali onu güçsüz gösteriyordu. Ancak bütün yazı tomruk çekiminde geçirdiğinden gücü kuvveti yerindeydi. Annesinin diktiği mavi gömleğinin tozlandığını fark etti. Elleri ile kilim silkercesine gömleğinin tozlu yerlerini temizlemeye çalıştı. Sonra yolun kenarında bulunan taş parçasının üzerine oturdu. Şapkasını geriye doğru itip sağ eli ile alnındaki teri Zeynep’in verdiği mendille sildi. “Hele eskerlik bitsin, buvandan isteyecem seni” diye mırıldandı. Kulağına iniltisi sesleri geldi. Ayağa kalkıp çevresine baktı. Kimseler yoktu. Hatta kuş sesleri bile uzaklardan geliyordu. Kalktığı taşa yeniden oturdu. Susamıştı. Çantasından matarasını çıkardı. Suyu da azalmıştı. Yumacık yanlarında değirmene gelmeden bir çeşme vardı. Babası Azdavay’a inerken orada soluklanmasını istemişti. Matarasının kapağını açıp ağzına götürdüğü sırada, “Kimsele yok mu? Allasen yardım edin” diye bir bağırtı duydu. Elindeki matarayı kapatıp sesin geldiği taraftaki ağaçlığa doğru yöneldi.
Devamı Haftaya