Sürmanşet’in Konuğu: İlyas İlbey

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Vizyona girmesini merakla beklediğimiz film öncesi ofisimizi Kastamonu sivil toplum kuruluşlarının emektar ismi İsmail Erşahin’le ziyaret eden İlyas İlbey, öncesi ve sonrasıyla tüm Kastamonu yaşanmışlığını Hüseyin Karadeniz ile SÜRMANŞET’e anlatıyor…

İlyas İlbey: “Gurbeti İstanbul’da, özgürlüğü Kastamonu’da yaşıyorum”

‘Tiyatroculuğa adım attığımda yanımda tiyatronun önünden geçmiş bir akrabam bile yoktu’ cümlesine ‘Teknoloji geliştikçe Kastamonu olduğu yerde sayıyor’ söylemlerini ekleyince, memleketimizin gerçeğini ortaya çıkarıyor İlyas İlbey.

Toplumun aynası deriz ya sanatçılar için, hani halktan aldıkları ışığı sahnede yansıtırlar. İşte tüm gerçeğimizi söylüyor en açık haliyle. Yılarca İtilmiş Kakımış tiplemesinin altında yatan ironide itildiğimizi ve kakıldığımızı gösterdiği gibi…

Memleket aşığı olduğunu dile getirmekten çekinmeyen İlyas Bey, şimdi de Manda Yuvası filmiyle bilinen başka bir yönümüzü ortaya çıkarmaya hazırlanıyor.

Vizyona girmesini merakla beklediğimiz film öncesi ofisimizi Kastamonu sivil toplum kuruluşlarının emektar ismi İsmail Erşahin’le ziyaret eden İlyas İlbey, öncesi ve sonrasıyla tüm Kastamonu yaşanmışlığını Hüseyin Karadeniz ile SÜRMANŞET’e anlatıyor…

İlyas Bey, öncelikle ofisimize gerçekleştirdiğiniz bu nazik ziyaretiniz için teşekkür ederiz. 27 Şubat’ta vizyona girecek ilk filminiz olan Manda Yuvası’nı Kastamonu’da çekmeye nasıl karar verdiğinizi öğrenebilir miyiz?

1960 yılında Araç’ın Çaykaşı köyünde doğdum. Hala orayı özleyen, oraya ait olduğumu hisseden bir adamım. Memleketim için yapabileceklerimi düşündüm; eğer pastaneci olsaydım börek ya da baklava göndererek bu görevi yerine getirebilirdim, fırıncı olsam ekmek gönderirdim, kereste tüccarı olsam kapı, çerçeve için destek olurdum ama ben sanatla ilgileniyorum. Misyonum kendi sanatımla ilgili bir şeyler yapabilmek. Misal; Yılmaz Erdoğan Vizontele’nin çekimlerini Van’da gerçekleştirdi, Sermiyan Midyat Ay lav yu’yu Mardin’de çekti. Yüksel Aksu memleketi Muğla’da Dondurmam Kaymak filmini çekti. Kimse Kastamonu’yu işlemeye cesaret edemez; zordur, daha önce örneği yoktur. Doğduğum büyüdüğüm topraklar hem bu saydıklarımdan daha zengin mozaiğe sahip. Ben de kendi yöremin gün yüzüne çıkmasını istedim.

Profesyonel oyuncularla birlikte yerli halkı da kamera karşısına geçirdiniz. Onların performansından memnun kaldınız mı?

Bizim oralarda gün doğmadan kalkarsın ayağa, eğer güneş doğduktan sonra kalkarsan ayıplarlar. Gün ne kadar izin verirse o kadar çalışırsın. Bütün günün yorgunluğunu evinde bir kaşık yemek yedikten sonra köy odasında atarsın. Namazını kılarsın, sohbetini edersin, eğlence orada başlar. Bütün köy oyunları hep o muhabbetlerden çıkmıştır. Gerçek oyuncu köylülerdir, gerçek mizahı onlar yapar. Eskiler bilir o köy odalarından gece eve çıra katranını ocakta tüttürerek gidersin, elektrik yoktur çünkü. Bunları yaşadım ben. O sohbetlerin arasına yazarlarımı da soktum. Çekimler başlamadan önce uzun yıllardır birlikte çalıştığım Can Barslan’la, Atilla Atalay’la köye gittik. Onları köydeki insanlarla tanıştırdım. Ben köylülerden çok iyi verim alacağımdan emindim. Yanılmadım da.

Pilli, Hartman gibi karakterler gerçekten köyünüzde yaşayan kişiler mi?

Elbette, hepsi lakabıyla yaşayan gerçek insanlar ve hepsinin bir hikayesi var. Mesela Pilli çocukluğunda kaza geçirmiş kulağına duyması için cihaz takmışlar köylüde adını sonra Pilli demiş. Muşlu bir öğretmen çocukluğunda güçlü iri adam manasına gelen İngilizce Hard man ismini takmış, zaman içinde yörede Hartman diye çağırılmaya başlanmış.

Toplam maliyeti nedir filmin?

Bu zamana kadar olan maliyeti 5 milyonu buldu. Daha tanıtım ve stüdyo aşaması da var.

Gala ne zaman gerçekleşecek?

23 Şubat’ta İstanbul Özdilek AVM’ de yapacağız.

Gişe kaygınız var mı?

Ben iyi bir iş yaptığımı düşünüyorum, içim rahat. Ticari olarak iş yapıp yapmaması halkın takdiridir.

Peki, galanın Kastamonu’da yapılması daha anlamlı olmaz mıydı?

Çok daha isabetli olurdu. Memleketimi tanıtmak için yola çıktım filmin galasını Kastamonu’da yapmak istediğimi bildirmeme rağmen üzülerek belirtmeliyim ki bu konuda destek bulamadım. Düşünün sanatçılardan ve medya mensuplarından oluşan bir kadroyla şehre geleceğim ama onların nerede ağırlanacağı, galanın nerede, nasıl yapılacağı konusunda destek olan yok. Bu maliyeti kendim çok rahat karşılayabilirim ancak yükün altına neden tek başıma gireyim, neden genel idare ya da işadamları da destek olmasın.

Bu konuyu Vali Şehmus Günaydın’la görüştünüz mü?

Vali Bey çekimler sırasında seti ziyaret ettiğinde, köylü ‘Bu film nasıl işmiş önce film sonra devlet ayağımıza geldi’ dedi. Yıllardır kaymakam görmeyen köy, vali ve 4 kaymakam gördü sağ olsunlar. Bir evin bahçesine gidip 5 dakika oturacaksanız ya da duvarına yaslanacaksanız önce ev sahibinden izin alırsın. Tüm izinleri almama rağmen nezaketen il mülki amirini ziyaret etmek isteyince, Vali Bey’den 3 gün boyunca randevu alamadık. Çekimler tamamlandıktan sonra da teşekkür etmek istedik yine randevu alamadık. Israrımız sonucu özel kalemin akşam saat 9’da bizi arayarak ertesi gün sabah saat 10’da randevu vermesi de trajikomik tabi. Randevu verilen gün uçak seferi bile öğleden sonra. İstanbul’dan o saatten sonra yola çıkmamız nasıl beklenebilir ki. Bu tavır beni gerçekten üzdü. Yanlış anlaşılmasın filmin çekimi sırasında oradaki insanların en iyi şekilde can güvenliğini, konaklamasını sağlamak zorundayım. Vali Bey’in bunların hiç birini gerçekleştirme zorunluluğu yok. Bu durum karşısında filmin sadece genel planlarını Kastamonu’da çekip geri dönebilirdim. Daha da ucuza mal olurdu. Ama benim üstelendiğim görev memleketimin tanıtımı yapmak, tercihimi memleketimden yana kullandım.

Komedi deyince akla artık küfür ya da argo geliyor. Manda Yuvası’nda durum nedir? Tedirginlik bundan kaynaklanmış olabilir mi?

Dikkat çekmek isterim Kastamonu’da bir küfür vardır ki o artık deyimdir. Her cümlenin ya başında ya da sonunda kullanılır. Manda Yuvası’nda da bundan fazlası yok. Eğer yaptığım mizahta ucuzluk bekleniyorsa o benim eksikliğimdir, 35 yıldır kendimi iyi anlatamamışım demektir. Daha fragmanı izlemeden bir şeyler hakkında hüküm verenlerin, tepki gösterenlerin korkuları başkadır.

Yıllarca birçok kanala televizyon programı hazırlayan biri olarak siz günümüz medyasını, komedi programlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eğer bir dejenerasyondan bahsediliyorsa; o geçmişte de vardı. Herkesin ben izlemiyorum dediği program nasıl oluyorsa reyting rekoru kırıyor. Bu iş arz talep meselesi, önemli olan sizin nerede durduğunuz. Ancak belirtmem gerekir ki; Türkiye’de mizah kötüye gidiyor. Bir mizahçı mizah yapar, seyircinin beynine ufak bir kıvılcım bırakır. Bu kıvılcım içeride büyür. Bizim bugünkü mizahçılarımız kendi söylediklerine seyirciden önce gülüyor.

Ünlü olan bir çok kişi geleneklerini bırakıp metropol hayatını tercih ederken Kastamonu’yla olan bağlarınızı daha da kuvvetlendiriyorsunuz. Memleketiniz sizde hangi duyguları uyandırıyor?

İstanbul’da kendimi gurbette gibi hissediyorum. Kastamonu’ya gittiğim zaman da alabildiğine özgür. Benim ait olduğum yer, yaşam tarzım, özlediğim ve buram buram burnumda tüten yer orası.

Hangi sıklıkta gidersiniz Kastamonu’ya?

Hiç bağımı koparmadım ki. Ben henüz doğmadan babam İzmit’te börekçilik yapıyormuş, daha sonra bizi yanına aldırdı. Bebekliğimden beri yaz aylarında Kastamonu’da kalır, kışın İzmit’e dönerdik. Askere gidene kadar her sene köyde en az 4-5 ayım geçti. Şimdi de orda neler olur bilirim.

At sevginiz de çocukluktan mı kalma?

Evet. Dedemin atı vardı, çocukluğumda eyersiz binerdim. Şimdi atlar yaşamımın bir parçası. İşimden fırsat bulunca, ahırın önünde saman balyasının üstüne elimde çayla oturup atları izlemekten büyük keyif alıyorum. Huzuru orada buluyorum.

Merak ediyoruz memleketinize bu kadar bağlıyken Kastamonu dernekleriyle, işadamlarıyla daha önce bir araya gelme fırsatı yakaladınız mı?

Hiçbir zaman Kastamonulu olduğumu arka planda tutmadım. İtilmiş Kakılmış 1994 yılında yayınlandı. İtilmiş’in konuştuğu dil Kastamonu, yaşadığı yer Kastamonu. Hiçbir kişi ya da dernek gelip de benim ne yaptığımı sormadı. Hayatım boyunca Kastamonulu birinden ilk kez 1995 yılında teklif geldi. O da Yasemince döneminde. Yasemin Hanım çekim sırasında rahatsızlandı. Hastanedeyken Mehmet Reis’le tesadüfen tanıştık. Daha sonra telefonla konuştuğumuzda televizyon programına reklam vermek istediğini öğrendim. Kendisiyle 25 kuruş para konuşmadım. İtilmiş Kakılmış’ın bütün mutfağını Reis bakliyatlarıyla döşedim. ‘Yap bakalım Reis’ten kuru fasulyede yiyelim. Tosya bulguru getir Reis’ten’ diye senaryoya eklemeler yaptım. Bir Ramazan programında Yasemin Hanım’ın Reis logolu araçla gezerken çekimini gerçekleştirdik. İnsanlar yüz binlerce dolara bu reklamı yaptıramaz. İşte ilk tanıdığım Kastamonulu ve verebildiğim bu.

Çocukluğunuz ve şimdiki Kastamonu arasındaki değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İzmit’ten yaz tatillerinde köye geldiğimde çocuklara anlatamazdım denizin nasıl olduğunu. Gitmemişler, kitapta, gazetede okumamışlar; hayal etme güçleri sınırlıydı.

Teknoloji geliştikçe Kastamonu olduğu yerde sayıyor. Rahmetli amcam öldüğünde 80 yaşındaydı. Çocukluğumdan itibaren halini hatırını, bir şeylere ihtiyacı olup olmadığını sorduğumda iyiyim der bir şeye de ihtiyacı olmadığını söylerdi. Ölmeden birkaç sene önce yanına gittim yine aynı soruyu sorudum ‘-İyi değilim oğlum’ cevabını alınca şaşırdım. ‘Hayrola amca, ne oldu’ dedim‘-Köye elektrik getirdiler, onla birlikte televizyonda geldi. Şimdi orda gördüğüm her şeyi canım istiyor’ dedi. Belki de bunları duymadan önce köylü halinden daha memnundu. Devlet bilinçlendirmemesine rağmen Kastamonu insanı Allah devlete zeval vermesin der. Doğudakiler bağırıyor; ekmeğim, yolum yok. Benim bütün vergim oraya gidiyor. Kastamonu’ya bu zamana kadar yapılanlar devede kulak bile değil; sinek.

Dilerseniz birazda tiyatrodan bahsedelim, ne zaman gönlünüze düştü bu sevda?

İzmit’te öğretmen lisesinde, edebiyat hocamız yerel tiyatroya meraklıydı. Lise 1’de bir oyunda rol aldım ve beni çok başarılı buldu. O hevesle başladı tiyatrocu olma isteğim. Ancak ilk deneyimimi ilkokul 1. sınıfta yaşamıştım, ilk ateş o piyeste düştü içime

Peki, profesyonelliğe ne zaman adım attınız?

Tiyatroda sahne süpürerek, dekor çakarak girip kapıyı yavaş yavaş aşındırdım. Kendimi adım adım taşıdım. Sonra koltuğa geçtim. Başta Tuncay Özinel, bir dönem Enis Fosforoğlu, ardından 10 yıl boyunca kesintisiz olarak Kenter tiyatrosunda sahne aldım. Tiyatro aşkını, sevgisini, adamlığını, oyunculuğun zirvesini Allah rahmet eylesin Müşfik Kenter’den öğrendim.

Aileniz sizin tiyatrocu olmanızı nasıl karşıladı?

Babam elimde bir meslek olsun, aç kalmayayım isterdi. Tiyatroculuk onlara göre meslek değildi. Rahmetli babaannem 93 yaşında vefat etti. O dönemde televizyonda Yasemince yayınlanıyordu. Onları izlemesine rağmen bana ne iş yaptığımı sorar oyunculukla para kazandığımı söyleyince de hem oynuyorsun hem de sana para mı veriyorlar derdi. O’na bir türlü anlatamadım ne iş yaptığımı. Bu sorunlarla çok karşılaştım.

Son olarak tiyatrocu olmak isteyen gençlere hangi tavsiyelerde bulunursunuz?

Tiyatroculuğa adım attığımda yanımda tiyatronun önünden geçmiş bir akrabam bile yoktu.Tiyatro insanın içinde büyüttüğü ayrı bir heves. Kafanızda ve yüreğinizde çok isterseniz mesafe olarak size ne kadar uzak olsa da bir şekilde ulaşıyorsunuz. Sabırlı olmak ve çok çalışmak gerekiyor.

8 soru 8 cevap

Tiyatro? İnsan

Müşfik Kenter? Tanrıyla kul arası bir şey

İstanbul? Rezalet

Kastamonu? Muhteşem

Yasemin Yalçın? Eşim

At? Sevgi

Evlat? Can

Baba? Baba

Röportaj: Hüseyin Karadeniz

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!