featured

Mazhar Özcan:“Ne günlerden gelmişiz!“

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Harun Ünlü ile Özel Gündem’in konuğu eğitimci Mazhar Özcan…

Çatalzeytin’de Karadeniz’in coştuğu günlerden birindeyiz. Yılların eğitimcisi Mazhar Özcan ile geçmişten günümüze söyleşiyoruz. Bu söyleşi, aslında bir öykü. 1940’lardaki yaşamdan yola çıkarak bugüne gelmiş ya da aramızdan erken ayrılmış eğitimcilerin öyküsü. Bu öykünün içerisinde köy var, yayan yürünen günlerce yol var, yoksulluk var, yurtseverlik var, ideal var, umut var ve en önemlisi bugünün eğitimcilerinin çıkaracağı yığınla ders var. Özellikle yeni neslin, bu çevrenin insanlarının nasıl yaşadıkları, nerelerden bugünlere gelmiş oldukları var. Umarım iyi bir iş yapmış olurum.

Mazhar Özcan’ın özgeçmişini ise zaten yazının içerisinde bulacaksınız.

***

Sevgili öğretmenim, sizi tanıyarak başlayalım…

Ayancık Paşalı Köyü doğumluyum. O zaman Paşalı Ayancık’a bağlı idi. Sonradan Çatalzeytin’e bağlandı. Çocukluk yıllarım köyde geçti. Akçay’ın batısında kurulmuş büyükçe ve çevresinde tanınan bir köy. Namlı ve şanlı bir köydür.

1 Ocak 1935 doğumluyum. Bir yaş da geç yazdırıldığına göre 1933 doğumluyum aslında. Çocukluğumuz köyde çarık çorapla hayvan gütmekle, yamalı, pantolon bile diyemediğimiz giysiler içinde hayvanlara bakmakla geçti. En çok keçi koyun vardı. At, pek bulunmazdı. Daha çok varlıklılarda olurdu ve biz onlar bize konuk geldiklerinde görürdük. Yerine eşek vardı. Ayrıca inek, öküz, dana, düve ve manda olurdu bizlerde büyükbaş olarak. Onları güderdik (otlatırdık). Çocuk olmamıza karşın elimizden tarım aletleri eksik olmazdı. Sebze ekiminden tutun çift sürmeye, harman almaya kadar her işe karışırdık. Fakirlik diz boyu idi. Para yoktu. Ben, köyde memur diye bir şey duymamıştım. Alışverişte yumurta, tavuk ya da hayvan ürünleri geçerliydi. Ekip biçtiklerimiz altı ay ancak yeterdi. Ondan sonra ofis buğdayı (Toprak Mahsulleri Ofisi) almak zorunda kalırdık. Çevre ilçelerden bunları sırtımızda, eşekle ya da bulabilirsek at ile köye taşırdık. Yolumuz da kış, yaz Akçay boyu idi. Uzak köyler için de aynı şey geçerliydi. Paşalı, aynı zamanda misafir ağırlama merkezi gibiydi. İlçeden gelenlerin, köyden ilçeye gidenlerin konaklama yeriydi. Hem kendilerini hem de hayvanlarını ağırlardık. Kadın erkek ayrımı yoktu. Biz, orak biçerdik, mahsul toplardık.

Okul dönemine gelelim mi?

Köyde okul vardı. 1930’lu yıllarda açılmış. Hasan Hüsnü Aydın diye bir öğretmeni hatırlıyorum. Bizim ağabeylerimiz, ablalarımız o öğretmende okumuş. Bu öğretmen aynı zamanda Cuma günleri vaaz da veriyormuş. Ben o öğretmenin döneminde kayıtsız olarak, merak ettiğim için bir iki gün gitmiştim. Okul beş yıllıktı.

Ben, yaşımın üzerinde okula başladım. İlkokulu bitirdiğimde, 50-52’lerde, Ayancık’a yürüyerek gidip öğretmen okulu sınavlarına girmiştim. Birçok arkadaş vardı bu köylerden. Sınav heyeti benim belgelerimi inceledi ve yaşımın büyük olduğunu, sınava alamayacaklarını söylediler. Bu arada baş öğretmen geldi ve “çocuğun şansını kırmayalım” dedi. Yani diyorum ki benim ilkokula başlamam on, on bir yaşıma denk gelmiş oluyor. Sonra beni sınava aldılar ve biz atmış beş kişi içerisinden yirmi bir kişi sınavı kazandık.

İlkokulda ilk öğretmenimiz Sinoplu Şaban Güney idi. Bize öğretmen okulunu anlatırken “orada asılı yemekler var, uzanabildiğiniz kadar yiyeceksiniz, bunun için de çok çalışmalısınız” derdi ve bizi özendirmeye çalışırdı.

 

Göl’e gidişinizi anlatır mısınız?

Paşalı’da Kara Ali’nin Ali Bey diye çok aydın görüşlü bir amcamız vardı. Ali Bey’in oğlu Bekir Ünlü bizden önce kazanmış ve gitmiş, okuyordu. Önce Çatalzeytin’den deniz yolu ile İnebolu’ya, oradan da Küre üzerinden Kastamonu’ya Göl Öğretmen okuluna gitmeyi planladık. Ancak, bu yola verecek paramız yoktu. Velilerimizin de tavsiyesiyle yürüyerek gitmeye karar verdik. Yola harcayacağımız para bize belki de bir yıl yetecekti. Bekir Ünlü’nün ağabeyi Murat Ünlü at ile bize yardımcı oldu. Ata eşyalarımızı yükledik. Murat ağabey atı çekiyordu ve biz; Bekir Ünlü, ben, Hüseyin Özcan, Şerafettin Ünlü Yaralıgöz yoluyla yürüyerek önce Devrekani’ye, oradan da Göl köyüne ulaşmak için yola çıktık. Bir sabah güneş kendisini gösterdiğinde yola çıktık ve hava karardığında Yaralıgöz’e ulaştık. Geceyi orada, açık alanda geçirdik. Güvenli olsun diye kayaların üzerinde yattık. Hatta Murat Ağabey kaçmasın, başına bir şey gelmesin diye atı kendi ayağına bağlamıştı. Atı ayağından çözdürdük. ‘At giderse gitsin, aman sana bir şey olmasın’ dedik ve hepimizin ısrarı ile atı ayağından çözdü. Sabahleyin yeniden yürüyerek Camili köyden doğru Göl köyüne ulaştık. Şerafettin Ünlü ile benim okumama sebep olan Bekir ağabey ve Hüseyin ağabey oldu. Biz daha önce köyden hiç çıkmamıştık. Göl’de o bin kişilik kalabalığı, hengameyi görünce ‘Biz dönelim, burada okuyamayız’ demeye başlamıştık ama ‘Sabredin, biz sizin her ihtiyacınızı karşılayacağız’ dedi. Zaten paralarımız da Bekir ağabeyde idi. Gerek oldukça ondan alıyorduk. 1954 yılında Göl Köy Enstitüsü adı Göl İlk Öğretmen Okulu oldu, süresi altı yıla çıkarıldı. Bir yıl mezun vermedi. Biz, altı yıl okuyarak mezun olduk.

 

Okuldaki derslerden söz edelim biraz.

Genel kültür (tarih, coğrafya, tabiat bilgisi, matematik, biyoloji, sosyoloji, fizik gibi) dersleri yanında sanata ilişkin derslerimiz oldukça yoğundu. Bunun yanında köy yaşamına yönelik tüm bilgi ve beceriler ile donatıldık. Ketenden gömlek yapmaktan tutun ayağımızdaki çarıkları yapmaya, onarmaya kadar her şey diyebilirim. Marangozluk derseniz, elimizden keser, testere hiç düşmezdi. Lağım büzlerinin kalıplarını bile biz yapıyorduk. Bulgaristan göçmenlerinin oturacağı ve bugün hala ayakta olan konutları da biz yaptık. Mobilyacılık, demircilik, müzik aletleri yapma, radyo, motosiklet tamiri, silah talimi, sağlık eğitimi; iğne yapmayı öğrettiler. Tarımı A’dan Z’ye öğrettiler. Hayatın her alanından gerekli tüm bilgileri aldık dersek abartmış olmayız. Tabi yoğun bir okuma alışkanlığımız da oluşmuştu.

Okul bittikten sonra?

Okulu bitirince bizden üç il istekte bulunmamızı söylediler. Biz, o zaman Doğu’nun perişan halde olduğunu biliyorduk. Bu yüzden biz, “Nereyi istiyorsunuz?” sorusuna cevap olarak “ Türk Bayrağı’nın dalgalandığı her yerde görev yapmaya hazırız” diye yazdık. Ancak bu dilekçelerimiz bir ay sonra geri geldi ve bu ibarenin karışıklığa yol açtığı, bunun yerine üç il ismi yazmamız gerektiği söylendi. Ben Elazığ, Tunceli ve Bingöl’ü yazdım. Bingöl’ün Solhan ilçesine atandım. Üç yıl orada çalıştıktan sonra Daday Savaş köyüne geldim. Sonra Çatalzeytin’e geldim ve çeşitli köylerde öğretmenlik yaptım. İlköğretim müdürlüğü yaptım.

Okuldan mezun olup köye atandınız. Köylüye nasıl katkıda bulundunuz?

Okulda iğneden ipliğe tarımı öğrenmiştik zaten. Ekimden harmana kadar öğrendiğimiz her şeyi gittiğimiz köylerde köylüye aktardık. Hayvan bakımını köylüye öğrettik. Hatta kendimiz inek besledik. Ahır yaptık, sapını samanını saklayacak yerler yaptık. Spor ve müzik alanında öğrendiklerimizi köylerde sergiledik, köylüye de öğrettik. Bayram kutlamalarına çok farklı anlamlar kattık, coşku yarattık. Çocukların yetenek ve becerilerini ortaya çıkardık ve sergiledik.

Köylü, öğretmene sonsuz değer veriyordu. Ben, çalıştığım yerlerden ayrılırken yaşlı yaşlı insanların hüngür hüngür ağladıklarını gördüm, yaşadım. Köylünün en büyük güvencesi biz öğretmenlerdik. Ama evlerde kullanılan oklavadan harmandaki dövenine kadar, diğrenine, yabasına kadar biz yapmışızdır köylerde. Demir atölyelerinde saban demirine varıncaya kadar yine ellerimizle yapmayı öğrenmiştik okulda.

Pekiyi! Günümüzle bir karşılaştırma yaparsanız?

Ben, bir cümle ile açıklamaya çalışıyorum bu soru sorulduğunda: Bu okullar, Türkiye’yi kalkındıracak insanı üreten birer fabrika idiler. Tabi, bunu Köy Enstitüleriyle başlatmak daha doğru olacaktır. Biz onların devamıydık.

Herkes görevini eksiksiz yapacak. Af yok. Saygı ve sevgi en üst seviyedeydi. Görgü kurallarını biz orada öğrendik. Burun silmesine kadar dersem abartmış olmam. Milli değerlere bağlı kalmayı öğrettiler bize. Vatan sevgisi her şeyin önünde idi. Atatürk, dilimizden düşmezdi. Cumhuriyeti seven Atatürk’ü, Atatürk’ü seven de cumhuriyeti severdi. Atatürk’ün öğretmenleri olmanın gururunu yaşadık hep.

Son olarak, günümüz öğretmenlerine önerileriniz nedir?

Hiçbir tahrike kapılmadan, aklıyla görgüsünü birleştirerek, siyasetin etkisi altında kalmadan; Atatürkçü, bilimsel ve milli hedeflerden şaşmadan yeni bir nesil yetiştirmeleridir. Çocukların birinci sahibinin kendileri olduğunu unutmamalıdırlar. Kul ve de özellikle de çocuk hakkını kesinlikle yememelidirler. Öğretmenin asla boş zamanı yoktur ve olmamalıdır. Çünkü ona insan teslim edilmiştir.

Teşekkür ediyorum öğretmenim.

Teşekkür ediyorum sizin nezdinizde tüm öğretmenlerimize.

Röportaj: Harun Ünlü

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!