Kastamonu Livapaşa Konağı’nın kapısını zamanın ikindiye doğru kaydığı güneşli bir haziran günü aralıyorum. Konak günümüzde etnografya müzesi olarak kullanılıyor. Müzede bulunan her biri çok değerli tarihimizi ve kültürümüzü tanımlayan kıymettar eser insanın dikkatini çekiyor.
Benim gözüm her defasında ne hikmetse o kapıya yani Kasaba köyü Mahmut Bey Camii’ne ait 7 asırlık kapıya takılır. Tarihi kapının ilginç bir hikayesi var. Kapı çalınmış batı illerinden birisinde bulunarak ellere yar olmadan kurtulmuş, müzede koruma altına alınmış. Tarihi camii kapısız kalınca da yerine bir benzeri yapılmış Kastamonulu ustalar tarafından.
Muhteşem camiinin bihemta kapısı, beni kapıların dünyasına doğru yolculuğa çıkartır. Kastamonu’da gezip gördüğüm her tarihi mirasın sanki bir tarafı hüzün gibi geliyor bana. Nice ata yadigârı eserde olduğu gibi 16.yüzyılın Yakupağa Camii’nin de ahşap işçiliğinin nadide bir örneği olan kapısının hali insanın içini acıtıyor.
Mübarek camii kapılarımız vardı besmele ile içeri girilen. Şimdi o kapıların işlemelerini tahrip edip kendisini dahi çalıp götürme virüsü içimize hangi açık kapıdan içeriye girdi acaba? Tarihi şehirlerin kale kapıları, camilerin cümle kapıları, konakların avlu kapıları vardı şimdi nerede?
Nice kapılar çıktı önümüze yolumuzu kesmek için. Menfaat kapıları, hırs ve ikbal kapıları, kibir ve benlik kapıları, Bab-ı âli denen yüksek mi yüksek kapılar… Maddi kapılar arasında dolaşırken manevi âlemlere açılan gönül kapıları kapandı birden üzerimize? Şimdi o kapılar nerede? Bizim medeniyetimizin zorda ve darda kalanlara ardına kadar açılan umut ve misafirperverlik kapıları vardı.
Edep ve erkân kapılarımız vardı. Haram helal nedir bilinen rızık kapılarımız vardı.
Doğumhane kapısından başlayıp cenaze kapısında sona eren şu fani hayatımızın hülasası “El Baki Hüvel Baki” levhasını görür görmez kendimizden geçtiğimiz, ölümü hatırladığımız kutlu zaman dilimlerimiz vardı.
Kapıların tokmakları vardı birbirinden zarif mi zarif. Her birinin ayrı bir sesi soluğu çıkardı kendince. Bilinirdi kapıları kimlerin çalıp çalmadığı. Hangi kapıların nasıl açılması gerektiğini bildiğimiz o günler nerede?
Bugün üzerinde “Edep Ya Hu” yazan kapılarımızı ne kadar da özledik değil mi?