Her zaman öğle vaktinde gitmeye alışık olduğum Kastamonu’ya, bu sefer gecenin en derin saatlerinde merhaba diyoruz… Bizi ilk karşılayan Karaçomak Deresi’nin şırıl şırıl akan sesi oluyor. Kış aylarında ziyaret etmediğimiz için sanki bize kızgın bir hava estiriyor sokak. “ İstanbullu unutma burayı. Allah’tan otelin yakın, elimden ucuz kurtuldun ”diyor şehir ya da bana öyle geliyor uykusuzluktan.
Kuzey Anadolu’yu kalkındırmak için elinden geleni yapan ajans en ince ayrıntıya kadar düşünmüş. Fazlası var eksiği yok…
Merkezi Kastamonu’da bulunan ajans İstanbul ve Kastamonu’da ki mobilya sektörünü buluşturmak için kolları sıvamış bu sefer. 2. Ahşap fuarının olması da buluşmanın zemini için gayet uygun.
Gece uykulu gözlerle süzdüğüm merkez sabah saatlerinde daha neşeli. Gördüğü kalabalıktan gayet memnun oldu sanırım, bu sefer meltemler estiriyor. Öğleden sonrasını tahmin etseydi, şüphesiz kasırgayla başlardı güne…
İlk durak; insan gücünün neredeyse kullanılmadığı Kastamonu Entegre… Dudak uçuklatan bir sistem, takır takır çalışan çarklar, istif edilmiş malzemeler… Ağacın bir sürü hikâyesi var bu tesiste… Gözümüz gönlümüz yeterince doydu…
Bu yıl ikincisi düzenlenen Ahşap Fuarı’na uğradığımız da yenilikçi ve gelenekçi güler yüzlü stant çalışanları tarafından gayet güzel karşılandık. Fuar tanıtım çalışmaları şehrin birçok noktasında göze çarpıyor. Kastamonu’ya hizmet etmek için, Kastamonulu hissetmek birinci şart. Sayın Vali’nin derin hislerle yola çıktığı alenen göze çarpıyor. Nüfus kütüğünde Kastamonu yazması o kadar önem taşımıyor memleket için… Değerlerini ortaya çıkaracak değerler arıyor şehir Edirne’den Ardahan’a kadar gönül veren kim varsa kapısı sonuna kadar açık.
Bir bebeğin yürümeden koşmasını beklemek yanlış davranış olsa da, kaybedilen zamanı telafi etmek için düşünüyorum oturduğum ahşap koltukta. İstanbul’un önde gelen mobilya merkezlerinde boy gösteren Kastamonulu sanayicilerin bu fuarda yok denecek kadar azlığı acaba bir davet eksikliği mi?
Kendinden olan bir parçaya yabancılaşan şehir kısa sürede bağrına taş basmaktan vazgeçecek muhakkak.
Bir taşla iki kuş vurmak hepimizin işine gelir. İstanbul’daki Kastamonulu ise bir istisnadır, telaşını gittiği her yere sürükler. Hem ticaret, hem de ziyaret yapmalı. Tabi hafta sonu olunca zorunlu ziyaretler kaçınılmaz oluyor.
Yoklamada ruhlar sayılsaydı hiçbir öğrenci devamsızlıktan kalmazdı. Bedenim sizinle olmasa da ruhum yanınızda ifadesi sayıca azalmayı engelleyemiyor… Yola çıkarken ki amaçla yapılan icraat birbirini tutmayınca hesaplar karışıyor… Protokolün olmadığı bir durumda protokol ziyaretleri de anlamsız olacağından, yeni çizilen rota; Ağacın gidiş yollarının izini sürmekle başlıyor. Ajans’ın B planı devreye giriyor. “Ebatlama”dan başlıyoruz, kapı kapı dolaşmaya. Taşköprü ve Tosya OSB’de faaliyet gösteren kapıların birinden çıkıp diğerine geçiyoruz.
Anlıyorum ki İstanbullu Sanayici ’nin fırınlara giden kapılardan daha çok geçmesi gerekiyor…