Bilinir ve sanılır ki devlet yönetiminde erişilmiş ” en iyi” sistem demokrasidir. Teorik anlamda bu yaklaşım ilk bakışta sıcak duruyor, ancak, soracak olsanız büyük çoğunluğun demokrasinin olası arızalarından haberi yoktur; görmez ya da yerine yenisini koyma konusunda bir düşünsel çalışması olmadığı için görmezden gelir.
Dikkatli bakıldığında görülebilecektir ki demokrasi hem karın ağrısı barındırır içerisinde hem de geniş rahimlidir. Beklenmedik anlarda beklenmedik kişiler ve kişilikler doğurabilir.
Parlamenter sistemi esas sayan demokrasi, onu yaşamak zorunda olan bireylerin bilinç düzeyi ile doğru orantılı olmak üzere üç boyutlu insanı da yaratabilir, demokrasiyi kullanarak demokrasi dışı bir sürece taşınan insanları da yaratabilir. Çünkü belirli bedeller ödeyerek (!) parlamentoya yerleşmiş olan parlamenter kolay kolay o koltuktan vaz geçmeyecektir. Koltuğunu korumak adına da – ne yazık ki- giderek demokrasiden, yani; kendisini oraya taşıyan sistemin özünden uzaklaşabilecek ve giderek kalıcılaşmak, tekleşmek sevdasına düşebilecektir. Bu durum, bize hiç de yabancı değil, bu bir…
Demokrasiyi demokrasi yapan oy verme davranışları da satın alınır bir noktaya gelmiştir. Yani seçim olgusu da epeyce yıpranmıştır. Parayı ve paraya bağlı olarak teknolojiyi ( başta basını) elinde tutan egemen çevre seçimlerin sonuçlarını da önceden belirler duruma gelmiştir. Yine demokrasinin bir ayağı olan yerel yönetimler merkezi yönetime bağlı durumdadır.
Parlamento, sözde demokrasi adına giderek hantallaşma eğilimindedir. Toplumun ve bireyin hızla değişen yaşamına karşın daha yavaştır. Bir yasanın çıkması aylar, kimi zaman yıllar alabilmekte, bireyin acil gereksinimlerinin oldukça gerisinde kalabilmektedir. Yasa öneri ya da teklifi, alt komisyonlar, genel kurul tartışmaları, oylama, anayasa mahkemesi vs. bu sürecin demokrasi adına uzayıp gitmesinin basit süreç örnekleridir.
Parlamento, eline aldığı sözde çoğunluk yetkisini keyfileştirebilir. Egemenlik bir zümrenin tekeline geçebilir hatta giderek tek kişinin eline geçebilir. Yönetimin keyfileşmesi ya da tekleşmesi yönetilenin doğuştan kazanmış olduğu kabul edilen dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez haklarının kullanılmaz duruma gelmesi sonucunu doğurabilir.
Demokrasinin yaşanarak öğrenilen ve görülen bu tür arızalarına karşı demokratik zemini, yönetilenler adına kaygan olmaktan kurtarmak için ortaya çıkan kurumlar, Sivil Toplum Örgütleridir (STÖ).
STÖ’ler, demokrasinin yumuşak karnının ve geniş rahminin ortaya çıkaracağı birey karşıtı süreçleri önleme misyonunun yanında hak ve özgürlükleri koruma, geliştirme misyonu da üstlenmişlerdir. Bu yapılar, parlamentonun oy aldığı kitleler karşısındaki kaymalarına karşı önemli süboplardır. Hızlı hareket etme özellikleri vardır ve yeterince güçlü olduklarında hem ciddi bir baskı unsuru olurlar hem de yaptırım güçleri oluşur.
20.yüzyılın ikinci yarısından başlayarak egemen çevrelerin baş belası olmuştur STÖ’ler. Bu nedenle egemen çevreler demokrasinin vaz geçilmezi olan STÖ’lere karşı hiç de demokratik davranmamaktadırlar. Buldukları her fırsatta bu yapılanmaları yok etmeye ya da kendi egemenliklerinin bir payandasına dönüştürmeye çalışmışlardır. Egemen çevreler, bu tür yapılanmaların güçlenmesinin önüne geçmek için ilginç yöntemlere de yönelmişlerdir.
Bu yöntemlerden en çok tutanı da STÖ’leri kendi siyasal beklentileri doğrultusunda parçalamak ya da yenilerini oluşturarak cılızlaştırmak olmuştur. Demokratik bilinci yeterince gelişmemiş bizim gibi ülkelerde en kolay oynanan oyundur bu. Oysa STÖ’ler, o STÖ’leri oluşturan bireylerin tümünün ortak beklentileri doğrultusunda hareket etmekle yükümlüdürler ve parçalanmaya tahammülleri yoktur.
Egemen çevre, güçlü STÖ’lerin önünü kesmek için zayıf kişilikleri kendi güdümlerinde olmak koşuluyla öne çıkarmaktan büyük zevk alırlar. Sorunun karşılığı, güçlü kimliklerin tabanda destek bulmasıdır.
Kastamonu adına yola çıkmış STÖ’lerin ve öncülerinin doğru akılda buluşmalarının önündeki tek engel, STÖ’lerdeki aktörlerin STÖ’ler konusunda bilinçsiz, samimiyetsiz ve küçük hesapların peşinde küçük oyunlara alet olmaları olacaktır. İstanbul, bu anlamda olumlu ya da olumsuz model olmak zorundadır. Güçlü bir sivil tolum örgütlenmesine günlük, küçük hesaplar nedeniyle ket vuranların aslında torunlarının geleceğinden çaldıklarını düşünmeleri gerekmektedir.
Kapalı kapılar ardında yapılan her hesap kirlidir. Açık yara ise çabuk iyileşir ve kabuk bağlar. Kastamonu büyümeden büyüyen Kastamonulu günün birinde yalnız kalacağını göze almalıdır. Adresi neresi olursa olsun bir sis bulutunun içinde yaşayacaktır.
Bir Çin özlü sözü ile bitirelim yazıyı: İşaret parmağınız karşınızdakini gösteriyorsa da diğer dört parmağınız kendinizi gösteriyordur.
Un da bol, şeker de… Haydi, helva yapalım artık…
Testi kırılmadan diyelim dedik…