Kastamonu’yu İstanbul’a taşıyan bir gazetemiz var,
İstamonu…
Hüseyin Karadeniz ve ekibi dur durak bilmeden yirmi dört saat koşturur.
İnsanlarla tanışır, insanları tanıştırır…
Aslında bu yaptığı,
Gazeteciliğin ve basının ilerisinde bir uğraştır.
Saklı kalmış, unutulmuş memleketin değerlerini, gücünü, kıymetini, var olduğunu ortaya çıkarabilmektir.
Bir de en zor olan yanı; insanları bir araya toplayabilmektir.
Bu toplantıların önemi büyük, bir benzeri de yok!
Tanışmanın, kaynaşmanın ötesinde bir duygu…
Hem eğitici, hem öğretici, hem de güldürücü yanları var.
Bir de kahvaltısı, yemeği…
Ve o toplantılar;
Bire bir yüzleşmenin, tartışmaların, hoşgörünün, yeri geldiğinde öz eleştiri yapabilmenin, birey olarak kendi kendimizi sorguya çekmemizi, bir bütün olduğumuzu, olmamız gerektiğini gösterir…
O toplantılarda en değerli faktör, insandır.
İstamonu Gazetesi
Hiçbir ayrım yapmadan, hepimize haber verişiyle, davetiyle,bize “kendi kıymetimizi” vermiştir.
İşin en göze çarpan bir diğer yanı ise, neredeyse her geleni kapıda karşılar, sarılır, kucaklaşır…
Oysa (kişisel görüşüm) buna gerek yok,
Çünkü bir merhaba demek bile kaç kelime eder, kaç yorgunluğa denk gelir…
Bir gerçekte,
Orada İSTAMONU bizi,tek olarak göremez, görmesi de beklenemez,
O tüm salonu görür…
Yani kişisel olarak,bir merhaba beklememiz,bencillik olur…
Yanımızdan geçip gitse bile,görmeden geçip gitti değil,gerçekten görmemiştir…
Yine geçen Pazar buluşmalarında,
Masamdaki arkadaşlarla konuşurken,
Bir önceki buluşmada yoktunuz dedim,
Güldüler…
“Bir’e çeyrek kala geldik”, toplantı bitmişti dediler.
Meğerki toplantı saatini, Bir’e çeyrek kala sanmışlar…
Oysaki;
“Bir’e Çeyrek Kala’
Buluşmaların,kaynaşmaların,ortak değerlerin,memleket sevgisinin,adıdır,markasıdır…