İstamonu Yazarlar
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Deneme Yazmayı Denesek

Deneme Yazmayı Denesek

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Denemeler de yazmak lazım.

Hayat geçiyor ve yaşanan dünler geri gelmiyor.

Aslında yazılacak çok şey var. Ama bunlardan en güzeli denemelerdir herhalde.  

Çocukken köyümün ileri gelenlerinin sohbetlerine katılırdım.

Kendi aralarında uzunca sohbetler ederlerdi.

Sohbetlerin genel konusu o günlerde yaşadıkları olaylardı.

Ya da eskilerden bahseder atalarının yaşadıkları ilginç olayları anlatırdı. Anlatılanları dinlemek benim gibi köyün çocuklarının da hoşuna giderdi.

Gün oldu, zaman geçti bizler büyüdük. Ama çocuklarımıza aynı tatla hikâye anlatmaz olduk. Bu da başka bir yazım da ele alacağım konulardan biri.

Neyse, biz konumuza geri dönelim. O anlatılanları büyüklerimiz yazsalardı şu an elimizde birçok deneme olurdu.

Peki deneme nedir?

Bir yazarın kendi isteğine göre seçtiği herhangi bir konuda kesin yargılara varmadan, kişisel düşüncelerini kendi kendisiyle konuşuyormuş havası taşıyan bir üslupla kaleme aldığı yazılara “deneme” denir.

Deneme, yazarın gözlemlediği ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği varlıklarla ya da herhangi bir kavramla ilgili izlenimlerinin belli bir plana bağlı kalmayarak, tamamen kendi kişisel görüşüyle serbestçe yazıya döktüğü kısa metinlerdir.

Deneme yazarı öne sürdüğü düşünceyi doğrulama, ispatlama, kanıtlama kaygısı taşımaz.

Denemenin inandırıcılığı, ele alınan konunun içtenlikle anlatılmasından kaynaklanır.

Ne kadar tanıdık geldi değil mi?

Aslında çokça yaptığımız şeyi yazmıyoruz.

Şimdi aranızdan birçok kişinin; “Hocam, iyi hoşta, yazdığımızın edebi olması gerekmiyor mu?” serzenişini duyar gibiyim.

İçinizden geçen bu serzenişe katılabilirim.

Ancak sesleri yeni öğrenen bir çocuğa gazeteyi neden okuyor musun diye kızamayacağımız gibi, yazmayı alışkanlık haline getirmemiş bizlere de yazının edebi boyutunun sorgulanmasını da doğru bulmuyorum.

Elbette; yaptığımız çalışmalar önceleri edebiyat adına bir anlam taşımayabilir.

Ancak yazma kültürümüz geliştikçe kendimize edebiyatın içinde bir yer buluruz.

Yazdıklarımızı edebi olsun diye değil de yazma kültürümüzü geliştirme adına yaparsak sonucunun daha yararlı olacağını düşünüyorum. 

Bir başka mesele de; memleketimizin içinden hikâyelerin çok az olmasıdır.

Gazetemizin yazarlarından Yunus Mürebbi’nin eserleri hariç bir elin parmağını geçmez herhalde. Denesek diyorum. Deneme yazsak diyorum.

Herhalde ilkokulu bitirmiş herkesin hatırlayacağı bir yazar var.

Dünya edebiyatında deneme denildiğinde ilk akla gelen isim Fransız yazar Michel de Montaigne.

Türk edebiyatında ise ilk akla gelen deneme eser “Musahabe”dir.

Vakit bulursanız kitapçılardan deneme eserler edinebilirsiniz.

Okuma kültürü adına da kendimize fayda sağlamak için deneme eserleri okumak faydalıdır.

Bu haftadan itibaren köşemizin bir kısmını “Topal Akif” adlı hikayemize ayıracağız. Topal Akif içimizden biri. Kastamonu Azdavaylı.

Topal Akif

1968 yılının sonbaharıydı. Akif daha yirmisinde yağız bir delikanlı, Sultan’da yavuklusu. Yavuklusu dediysem yanlış anlaşılmaya. Anasından istenmiş, babasından rızası alınmış düğün-dernek için bayramın geçmesini bekliyorlardı. Akif önündeki kış ayının ağır geçeceğini biliyordu. Ormana girmeli, ağaç kesmeli, öküzlere yükleyip köye getirmeliydi. Getirmeliydi nasıl olacaktı. Babası rahmetli Satı Mustan öleli daha 6 ay olmamıştı. Oysa her güz Mustan hazırlardı odunları. Şimdi ne yapacaktı kara kara düşünüyordu.

Cuma’yı Azdavay’da kılıp, köye doğru yol aldı. Köyle Azdavay arasında 10 kilometre kadardı. Anasının koyduğu azığı Yumacık Köyünü geçince derenin kenarında açıp, şöyle afiyetle yedi. Hem yiyordu hem de karşısındaki güzelim ağaçları seyrediyordu. Aşağı tarafta da Yumacık’tan Rıza’nın koyunlarını çocukları yıkıyordu. “İyi de ben hangi ağacın kesileceğini nereden bilecem?” dedi kendi kendine. Hamurlu ekmeği de bitmek üzereydi. Yerinden doğruldu. Şapkasını, pantolonun kenarlarına vurdu  ve köye doğru yol aldı. Yol boyunca ormana bakıp hangi ağaçları kesmesi gerektiğini düşünüyordu.

Öylece yürümüştü. İkindi ezanı okunurken evine varmıştı. Anasına seslendi. Anası her halde hayvanları salmalıktan toplayamaya gitmiş olmalıydı. Evin eşiğine oturdu. Ne yapacağını düşünüyordu. Köylülerden yardım almayı düşündü ama kocaman delikanlıydı nasıl isteyebilirdi ki yardım.  Sonra hemen öküzler için boyundurukları levyeyi ve arabanın kalafatlarını hazırladı. Odunluğa girip iricesinden sağlam urganları aldı. Baltası, kör testeresi ve keserini de hazırladı. Artık anasının gelmesini bekliyordu. Anası topu topu altı tane ineği, iki de buzağı önüne katmış geliyordu.

Devamı Haftaya

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

İstamonu ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!