Kelime deyince aklıma cümle, cümle deyince kitap, kitap deyince de yazanlar geliyor, Osmanlıca usulünce katipler…
Katip ( bugünkü terimle noterler) yazan, yazıcı, kitabet eden ve usta yazıcı anlamlarına gelen Arapça kökenli bir sözcük.
Katip, Osmanlı Devleti‘nin gelişim döneminde, yazılı kayıtlara duyulan ihtiyaç nedeniyle resmi olarak teşkilatlanmış profesyonel katiplerden oluşan kalem daireleri kurulmuş. Kalemiye sınıfının bir kolunda olan katipler, Divan-ı Hümayun ve devlet teşkilatının diğer kademelerinde, yazı ve kayıt işlerini görmekte oldukları için bir takım hususi özelliklere de sahip olmaları gerekiyordu. Öncelikle ilim sahibi olmaları. Sonra fen alanları; başta sarf, nahiv ve lugat olmak üzere, meani, beyan, bedii, şiir, inşa, edebiyat, Kur’an-ı Kerim, hadis, atasözleri, terimler, deyimler, tarih, coğrafya ve nihayet hukuk… Kademeleri de niteliklerine göre değişiyordu. Nişancı ve sadrazamlığa kadar yükselebiliyorlardı.
Kelimelerin ismi değişince niteliği de değişiveriyor. İlmin kulaç attığı sulardan bir nehir inceliğine dönüşüveriyor. Kağıdın ve kalemin muhatap olduğu insanın derinliği ve zenginliğinden bugüne geldiğimizde derinlikten uzak bir yapaylık karşılıyor bizi.
Dahası kağıdın ruhunu kaybettik.
Kalemin sesini unuttuk.
Kelamın hürmetini ıskaladık.
Teknoloji bağımlılığı hayatımıza girdiğinden beri iyice koptuk. Hazır kalıp kelimeler, düşünülmeden ve irdelemeden tartışmalar. Bilgi sahibi olmadan muamelatta bulunmalar.
…
Olabildiğince sığlık ve yapaylık.
Osmanlı bunun çaresini bir mesleğin yan bilimlerini de emzirerek bulmuştu. Çünkü derinliğe önem veriliyordu. Ardından gelen kalenderliğe. Kalıcı olmak bu halde mümkündü çünkü.
Yeniden kaleme ve kağıda dönmek mümkün mü bu saatten sonra bilemiyorum. Yeniden kavramları düzenlemek mümkün mü bilemiyorum.
Bildiğim, kelimeler ve kavramlar değişti biz de değiştik.
Hayatımız pek çok anlamda kolaylaştı ama pek çok alanda da niteliksizleşti. Artık geri dönmek mümkün değil, onu biliyorum.
Artık kalemle yazmıyoruz, yazmadığımız gibi yazılanları da okumuyoruz.
Okuduklarımızı da anlamıyoruz, anladığımızı da yanlış anlıyoruz.
Bir gün özümüze döndüğümüz gün Katip Çelebi’ler yetiştirebileceğiz.
O zaman anlayabileceğiz.