Yaz. Öyle böyle bir sıcak hava yok. Hatta hararetli bir hava.
17 Ağustos depremini yaşayanlar bilir, sıcaklıklar haddinden fazla bunalttığında ilk aklıma gelen dua etmekti ki öyle de yaptım. Depremi bekliyordum, ne bileyim aşırı yağmurları bekliyordum, tsunami bile bekliyordum ama 15 Temmuz akşamı darbe girişimi gecesini yaşayacağımı beklemiyordum. Hem de hiç.
28 Şubat’ı postmodern(!) darbe olarak bile ağır bir bedelle ödeyen biri için yeterince eğitim ve sosyal hayatından mahrum kalmışken ve henüz yeni yeni atlatmaya çalışırken yeni bir darbe benim o dönemdekinden daha şiddetli bir travma yaşamama sebep oldu. İtiraf ediyorum.
Odamda kitap okuyordum ve ablamdan gelen “Nejla hemen televizyonu aç, ülkede darbe oluyor!” demesiyle salona geçip babama “Baba darbe mi oluyor?” demem anlık bir süreçti. Tek düşündüğüm o an zamanın durduğuydu. Geçmiyordu. Geçemiyordu. Sanki bir el saatleri ve o geceyi dondurmuştu. Tabii ben de kalakalmıştım o zamanın içinde kapkara ve donuk. Bütün vücudum benden başka bir kontrolle başka birine aitti ve anlamsız hırıltılar halinde konuşmaya çalışıyor, babama sesleniyordum çaresizce…
“Baba! Baba!”
Bir gün önce yurtdışından geldiği için ve hayatının belki üç belki de beşinci darbesi gecesi yaşamış biri için ne yapacağını, beni nasıl kontrol edeceğini düşünmüş olmalıyım o an ama durum benimkinden daha vahimdi. Bir şey söylesin istiyordum onun. Ne bileyim “korkma” demesini mesela ya da “yok bir şey” demesini mesela…
Demedi…
Diyemedi…
O an “eyvah” dedim. Kim bunlar dedim. Ne istiyorlar bizden diyerek dönüp durdum odanın ortasında. Babam koltukta çakılı kaldı. Annem belalar okumaya başladı darbecilere. Kısa zaman sonra olayı kimin yaptığını ve neden yaptıkları ortaya çıkınca annem sesini daha da yükseltti.
“Benim sevmediğim işte hayır yoktur! Bu rezil adamdan hayatım boyunca tiksindim!”
Kimin ne yaptığını biliyor olmak ne yapacağımızı bilmeye yetmiyordu o akşam.
İlk şoku atlattıktan sonra Cumhurbaşkanımızı merak ediyordum, nerede ve ona ne olduğunu. Dualar etmeye başladım ona bir şey olmamalı diye Allah’a yalvarmaya başladım.
Bir sürü telefon görüşmesi yaptım. Onlardan da dinledim ne olduğunu. En hızlı ne yapılması gerekiyorsa o an onu ya yapacaktım ya da hayatım boyunca pişman olacaktım.
Tekrar oturma odasına geldim.
“Baba ben gidiyorum” dedim.
Bir baba için gecenin bir yarısında kızının böyle bir tepkisine ne söylenebilecekse onu söyledi ve panikle “Nereye?” diye sordu. “Gidiyorum” dedim… Bu bir vatan meselesiydi ve o andan sonraki ömrüm yoktu benim için.
Sokak kapısına geldiğimde annem geldi ve ona “hakkınızı helal edin” dedim. Sokağa çıktığımda yalnız olmadığımı, ölsem de yalnız ölmeyeceğimi anladım. Ülkemin selametini düşünmekten, sabaha ferahlığa ermesini istemekten başka düşüncem yoktu.
Evimle ülkemin mahremi arasında ne fark vardı ki!
İkisi de benim…
İkisi de mahremim…
Ve dahası en üzüldüğüm bir elim vatanıma ihanet edenleri boğmak isterken, diğer elim darbeyi yapanların ülkemde asker ve polis geçinenler olunca da “Neden? Neden?” diye kendi canını yakıyordu.
En acıtıcı olan da buydu.
Beni savunacak olanlar bana saldırıyordu.
Benim askerim ve polisim vatana ihanet ediyordu.
Yüreğim öyle acıdı öyle acıdı ki!
Bütün inançlarım ve değerlerim hercümerç şimdi. Bana ve ülkeme yapılanlar için bütün darbecilerden, destekleyenlerinden, sempati duyanlarından, nazik olanlarından… Hepsinden nefret ediyorum.
Vatan savunmasında şehit olamadım, gazi de olamadım. Üzgünüm. Şehit olan bütün kardeşlerimle bu yolu paylaşmayı öyle isterdim ki!
Vatan için hayatlarına veda eden şehitlerimizin şehadetlerine bizi de katsın inşallah!
Rabbim devletimize, milletimize uzanan hain elleri uzanamadan kırsın. Vatan toprağımızın selametini baki kılsın ve tez zamanda hainler cezalarını bulsun inşallah!
Selam ve dua ile…