Zor topraklarda yaşıyoruz. Petrol ve su ikilisinin dünyayı bir savaşın eşiğine getirdiği bu coğrafyada huzur, neredeyse bir dükkân adı durumuna geldi. Hani vardır ya huzur market, huzur kıraathanesi, huzur kasabı gibi. Ama hiçbirinde istediğin huzuru bulamazsın. Ya çok gürültülüdür ya da çok kazık…
Dışarının hesapları ve baskısı sonucu ülke bir cennet olacakken bir cinnet alanı durumuna dönüştü. Kimsenin yüzü gülmüyor. Kimse yarın diye bir zamanı düşünemiyor.
Biraz abarttım galiba. Yarını boş verin akşama nasıl ulaşacağını düşünemiyor. Hele de büyük kentlerde akşamı da boş ver otobüse, minibüse binip binemeyeceğini bile bilemiyor.
İyi de bunun nedenini yalnızca ‘dış’ ile açıklamak doğru mu? Evet, dış var, var olmasına ama bunu sıkça kullanmak işin kolayından başka bir şey değildir. Biz ona alıştık. Başı sıkışan “dış mihraklar” der geçer ve sütten çıkmış ak kaşığa döner.
Amaaaaa!
Ekonomik tercihlerin olumlu bir sonuç vermediği ortada. Üç kuruş para cinayet nedeni haline geldi. Açlık kudurtuyor insanları. Hele bir de arı sütü eksik sofralar ekranlarda gözünün içine dayatılınca bir iyice çıldırıyor garibim.
İnsanların mutlu olmalarının en önemli sorunu işsizlik. Üretmeyen, üretemeyen insan mutlu olamaz. Bir işe yaramıyor olma duygusu çökertir insanı. Ve bugün işsizlik kabul edilebilir düzeyin fersah fersah üzerindedir. Bakmayın edilgen kurumların yaldızlı kamuoyu açıklamalarına. Sokağa bakın. Komşunuzun yüzüne bakın. En yakınınızdaki üniversite mezununun soluk alışına bakın. Neler neler göreceksiniz.
Toplumun ruh halini belirleyen üst perdeden söylemler birleştirici olmaktan çoktan uzaklaşmış, açıkça ayrıştırıcı hale gelmiştir. Bir devlette “onlar” olmaz. “Biz” olur. Biz olabildik mi?
Eğitim, kültür, sağlık, bilim ideolojik tercihlerin kurbanı olmuş; toplumun bilgi alma kaynaklarının şirazesi kaymış. Sözde bilim insanlarından kimileri, neredeyse dünya dönmüyor deme goygoyculuğuna soyunmuş. Ama uçaklara binip binip geziyorlar bu dönen dünyanın üzerinde.
Sokak güvenliği diye bir şey kalmamış. Takır takır vuruluyor insanlar. Kıtır kıtır kesiliyor kadınlar. Harıl harıl taciz ediliyor çocuklar. Sonrası kolay. “hakkınızı helal ediyor musunuz?” “Evet”. Üç kere. Sonra bekle yenileri gelsin.
Eskiden hastane önünde incir ağacı vardı. Şimdi battaniyelere sarılmış yüzlerce insan.
Nerede görülmüş kapalı spor salonlarının hapishaneye çevrildiği?
Bizde.
Mehmet Akif “Bu ne şiddet, ne celâl” derken dış düşmanları işaret ediyordu. Şimdi ise biz bize sonu gelmez şiddet ve celâl içerisindeyiz.
Şimdi ben de diyorum ki; bu ne cinnet, ne şiddet.
Bunun bir sorumlusu olmalı değil mi? Durup dururken çıldırmaz bir toplum.