Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
***
Sezai Karakoç’un da mısralarında sürgünü anlattığı gibi, dünya kendine mecbur bırakırken aslında bizi bizden sürgün de ediyor. Bunun bedelini de biz bize verdiklerinden daha fazlasını geri ödeyerek yaşıyoruz. Kocaman bir nimet dünyada yaşamak, ikram…
Ama hakkını bilene. Bu dünyaya sadece onun gelmediğini ve sadece tüm nimetlerin sahibiymiş gibi olduğunu hissetmeyene. Bu bir bumerangın uzantısı gibi… Bir dağa çarpan ses gibi… Bu anlamda Peygamberimiz(sav) Hz. Ömer’e dediği gibi: “istemez misin ya Ömer, dünya onların ahiret bizim olsun!” Bu bir dünyadan el etek çekme, dünyadan çekilme değil. Bu değeri daha fazla olana kıymet verme ve hakkını teslim etme ifadesi.
Daha çok da dünyanın vefasızlığından ve kaygısından uzaklaşma isteği.
Zaman zaman derdimiz çoğaldığında hepimizin ortak nidası aslında!
Allah’ım uzatma dünya sürgünümüzü bizim!