Herkes sığdı şu koca memlekete bir biz sığamadık. Oysa hiçte yabancı değiliz bu İstanbul’a biz. Efendiliğimizle geldiğimiz bu topraklarda kimsenin tavuğuna kış dememekle birlikte, dürüst ve vatansever olmayı kendimize şiar edinmişiz.
Edinmişiz de kötümü yapmışız, tabii ki hayır… Fark ettiniz mi? Bilmem ama hep veren el olmuşuz. Almayı yâda istemeyi unutmak şöyle dursun, Kucaklaşmayı ve birlikte hareket etmeyi becerememiş memleketin asil evlatlarıyız biz.
Ne kara kışlar görmüşte pes etmemişiz, yılgınlık ve yorgunluk nedir bilmemişiz ve hatta aynı dili, aynı şiveyle konuşmuşuz ama aynı duyguları paylaşamadığımızdan olsa gerek el ele verememişiz. Tabiri caizse, okyanusu geçmiş çayda boğulmuşuz.
Ne kadar ayıp etmişiz…
Siyaset denen icra makamında bile varla yok arasında gelip gitmekten öteye adım atamamışız. Oysa İstanbul’u hatta Türkiye’yi yönetecek beyinlerimiz var ancak nedense ortalıkta kimse yok…
Ne niyetle İstanbul’dayız? Yarınların neresindeyiz? Nüfus orantısına göre temsil etmek ve edilmek hakkına sahip değil miyiz?
Aslında zaman her şeyi kuralına göre oynama zamanı laftan öteye, icraat zamanı… Taşın altına elini koyduğunda bileğin gücünü gösterme zamanı. Nasıl bir futbol sahası top oynamaya, bir kütüphane kitap okumaya, bir pist uçak inmesine binaen yapılmışsa mekânlar ve şehirlerde niyetlerimizin ebatlarını taşırlar.
Bizim ebatla ilgili açık bir sorunumuz olduğu aşikâr. Eğer belli bir düşünce, belli bir şehirde var olduğunu iddia ediyorsa orada söz sahibi olacağı mevkilerde ve karar mercilerinde var olmalıdır.
İşte o zaman o şehre sığınmadığımızı sadece sığdığımızı ve yer bulduğumuzu anlamış oluruz değil mi?