Ramazan arifesinde, Ramazan ayı ile ilgili yazı yazmasaydık olmazdı. Ramazan ayının gelmesi ile birlikte sofralarda bereketin artacağı, akrabaların birbirlerini göreceği, sofraların paylaşılacağı, yoksunların anlaşılacağı bir döneme girmiş olacağız.
Ramazan’ın açlık ile imtihanımız olarak değil de nefsimiz ile imtihanımız olarak geçireceğimiz bir dönem olarak değerlendirmemizin daha doğru olacağını düşünüyorum. Bütün günü aç ve susuz olarak geçirirken sofrasına ekmek götüremeyen anne-babaların halleriyle hallenmiş olacağız. Çoğumuz iftar saatinin gelmesi ile bayram neşesiyle orucumuzu açarken bu ailelerin hala açlıklarının devam ettiğini de hatırlamamız gerek. Bu vesile bu durumu kendimiz için bir fırsata dönüştürmeliyiz. Aile çevremizden başlayarak ne kadar yoksunluk çeken insan varsa topyekun seferber olmalı, onların bir yıllık ihtiyaçlarını, bir yıllık olmuyorsa bir aylık temel ihtiyaçlarını giderme yolunu seçmeliyiz. Bu yardımları yaparken ise bir elimizin diğer elimizden haberi olmayacak şekilde gerçekleşmesine de özen göstermeliyiz.
Memleketimizin dernekçilik anlayışı ile ilgili birçok yargısal tespitlerimiz oluyor. Çoğu zaman bizimkiler bu işi yapamıyor diye eleştiriyoruz. İki kişi bir araya gelip dernek kuruyor ama iki dernek bir araya gelip anlaşamıyor, diyoruz. Ancak bu sefer farklı davranmak gerek. Bu Ramazan’da memleketimizde ve yaşadığımız şehirde yaşayan tüm ailelerin durumlarından derneklerimizin haberdar olmasını sağlamalıyız. Sağlamalıyız ki, akşam yatağa aç giren bir akrabamız olmasın. Bir köylümüz çocuklarının temel ihtiyaçlarını düşünmesin. Derneklerimiz bu yardımlar konusunda beraber çalışırlarsa yardımların bereketinin de artacağını düşünüyorum. Biraz gayretin birlikteliği nasıl meydana getirdiğini Kağıthane Kastamonu Dostluk günlerinde gördük ve yaşadık. Hadi bu birliktelik halkasını mübarek Ramazan ayı hürmetine daha da genişletelim.
Yazılarımın birçoğunda memleketimizin gelenek ve göreneklerinden de bahsediyorum. Ya da bir anımı sizlerle paylaşıyorum. Çocukluğu ve ilk gençliğini Azdavay’da geçirmiş biri olarak bunu lütfen çok görmeyiniz. Bizler bu köşelerden bunları yazalım ki tarihe bir not düşmüş olabilelim.
Çocukluğumda Ramazan ayı için hazırladığım en güzel sahne herhalde Teravih namazlarıdır. Köyümüzde bir cami yoktu. En yakın cami iki kilometreye yakın mesafedeydi. Doğal olarak iftar sonrası bu camimize her zaman gidemiyorduk. Gidemediğimiz bu zamanlarda köyümüzde bir evde teravih namazı kılardık. Bu namazlar vesilesi tüm köylüler bir evde toplanırlardı. Birbirleri ile sohbet ederlerdi. Gençler ise hizmet ederlerdi tüm misafirlere. Namaz biter bitmez kimse ayrılmazdı evden. Çaylar içilir sohbetler çoğu zaman sahur saatine kadar sürerdi. Köylünün konuşacak ne çok şeyi varmış, diye düşünürdüm. Genelde bir köşede dedemin yanında oturur, anlatılanı dinlerdim. Akıl heybemize hikayeler doldururdum. Güzel insanlar yaşarlardı. Şimdi bir çoğu ebedi aleme göç ettiler. O zaman çocukları orta yaşlı, gençleri de altmışlı yaşlara doğru merdiven dayadılar. Ramazan ayında olan birlikteliğimizi bir daha ki ramazana kadar sağlayamazdık. Köyümüzün yaşamı için bile bereket olan Ramazan’ınızı tebrik ediyorum. Rabbim oruçlarınızı ve hayırlarınızı kabul etsin.
Sağlıcakla kalın…