Ve saatler durur…
Yelkovan ile akrebin kovalamacası biter…
Tavanda çürük kirişi mesken tutan örümcek, ağına takılan son kurbanına doğru ilerlerken iştahla;
Gün ışığına hasret soğuk odanın kalın perdelerinin ardından bir zifiri karanlık hücum eder Yalnızlığın ortasına…
Hani diyor ya Mevlana:
Cam kırıklarının doldurduğu kadehi tutan sakinin hüznüyle;
Sussan acıtır konuşsan kanatır diye…
Öyle rezil, öyle çaresiz, öyle tarifsiz bir şarabı yudumlarsın…
Rotasız bir geminin dümensiz kaptanı gibisindir…
Ummanlar ortasında, yön duygusundan mahrum…
Geçtiğin tüm yollar ardında…
Ve bir kara delik ufkunda…
Yapmam dersin yaparsın…
Düz yolda şaşarsın…
Öldüm der durur,
Yine de yaşarsın!
Bütün kavramlar anlamını yitirir bazen…
Savaş…
Açlık…
Yokluk…
Sömürü…
Zulüm…
İşkence…
Soykırım…
Dışındaki dünyadan, içindeki aleme hücum eder tüm birlikleriyle;
Baharın kokusu…
Yemyeşil ormanlar…
Masmavi gökyüzü…
Ve aynı mavide deniz…
Sevgi…
Aşk…
Dostluk…
Muhabbet…
Yüreğindeki hasrete atar dengini kara trenin son çığlığıyla…
Bazen…
Sadece nefes alırsın…
Yitirir tüm kavramlar anlamını…
Lügatler sandığa kilitlenir…
Ve tüm manalar bir iç çekişe,
Tüm duygular bir sigaranın ciğerlerini parçalayan dumanına sığar…
Bazen
Bir dost ararsın…
Sadece dinleyecek…
Ayıplamayacak…
Yargılamayacak…
Akıl vermeyecek…
Susturmayacak…
Bir dost ararsın…
Sadece dinleyecek…
Ve o zaman anlarsın ki…
Seni
Senden başka kimse
Senin gibi bilmeyecek!