Eğitimin kalitesini artırmasını istediğimiz ve sadece 24 Kasımlarda sırtını sıvazladığımız öğretmenlerimiz…
Her 24 Kasımda öğretmenlerimizi hatırlarız. Hem de öyle bir hatırlarız ki en yüce vasıfları vermekte tereddüt etmeyiz. “Öğretmenlik Peygamber mesleğidir”, “Atatürk bu günü öğretmenlere ayırdı”; “Atatürk, İlk öğretmendir”, “Atatürk, Eğer asker olmasaydım öğretmen olurdum”, “öğretmenlik çok zor bir işitir.” “ bizim terbiye edemediğimiz çocukları, öğretmenler okutuyor, yetiştiriyor. Öğretmenlere borcumuz çok büyüktür” gibi sözlerle o günü geçiştiririz. Birkaç çiçek, bazı mezarları ziyaret, ölen öğretmenlere rahmet derken bugün öğretmenlerimizi en üst noktaya çıkarırız. Tabi ki bu övgüleri yaparken yüzümüz gülüyor, neşemiz artıyor ve törenden sonra da tekrar sıkıntılarımızla baş başa kaldığımız da söz konusu övgüler olmasaydı bu sıkıntılar çekilmezdi diyoruz…
Konuşmacılar, öğretmenlerin soyut yönlerini öne çıkarıp, somut hiçbir şey vaat etmezler. Evet, soyut vaatler, övgüler çok güzel de madalyonun öteki yüzünü niye çevirmiyoruz. Çünkü işin ucunda para vardır. Ama biz madalyonun öteki yüzünü çevirerek masaya yatıralım.
Öğretmen dediğimiz zaman, kültürlü, ileriyi gören, ufku açık, okuyan, temiz giyinen, düzgün konuşan biri, aklımıza gelir…
Babam anlatır; “İlçeye gittiğim zaman bazı toplantılara katılırdım. Toplantıların genelinde, medreseden yetişen ilim adamlarına çok büyük hürmet gösterilirdi. Bu yüzden hep ilim adamı olmayı ve ilim adamları gibi ilmî konuşmalar yapmak ve insanlara her konuda yardımcı olmak isterdim. Diğeri ise öğretmen ve kaymakamın içinde bulunduğu toplantılardır. Bu toplantılarda ise öğretmen şıklığı ile konuşması ile dikkati çekerdi. Söylentilere bakarsanız ilçede en yüksek maaşı öğretmen alırdı. Bu yüzden de çocuklarımı hep öğretmen yapmayı düşünmüşümdür.” Neticede kendisi medresede okuyarak arzuladığı noktaya gelmiş. Çocuklarından ikisini de öğretmen yaparak diğer arzusunu yerine getirmiş oldu. Zaman zaman öğretmenin durumuna bakarak pişman olduğunu belirtir. Ancak şu nasihatte bulunmaktan da geri kalmaz: “Soyut kavramlar karın doyurmuyor, maddî imkânlarım azdır diyerek görevinizi de aksatmayın. Giderek eriyen maaşıyla geçinmeye çalışan öğretmen, dolayısıyla ödeyeceğini, ödemekte zorlanan ilim adamlarının sorunları ortada ama yinede küsmeyin, görevinizi tam yapın. Kızarak göreviniz yapmadığınız zaman kul hakkından kurtulamazsınız. Çocukların bu konuda hiç bir kabahati yoktur. ”
Tarihçi Cezmi Yurtsever 1997 yılında yaptığı bir araştırmada “1500’lü yıllarda medresede öğretmenlik yapan bir öğretmenin günlük 50 Osmanlı dirhemi para aldığını ortaya çıkardı. Medrese öğretmenin aldığı ücret günlük 15 gram altına eşdeğerdi.” Yani 450gram altın ediyordu. “Buna göre bir öğretmenin maaşı bundan 500 yıl önce 3.600 (3.600.000)TL’ye tekabül ediyor.” diye belirtiyor. Daha doğrusu bir öğretmen bundan 500 yıl önce 450 gram altın yani bugünün parasıyla 3 bin 600 (3.600.000)TL alıyordu. Bugün birin dördündeki öğretmen 2 bin 400 (2.400.000) TL alıyor.
Millet partisinin genel başkanı Osman Bölükbaşı, seçim konuşması yaparken çok büyük alkış alırdı. Bir gün yapılan alkışlara sinirlenmiş ve şöyle demiş. “ Gösterdiğiniz tezahürata bakarsanız, ben her dönemde iktidar olmam gerekirdi. Görüyorum ki alkışlar bana, oylar, Süleyman Demirel’e.” Der ve seçim meydanından ayrılır. Şimdi de en güzel övgüler öğretmenin ama paralar, diğer mesleklerin. Saygılarımla …