Hızlı ilerleyen teknolojik gelişimin yanında bizim de gelişmemiz gerekmez mi? İşte tam bu soru karşısında söyleyecek cümlelerim, anlatacak hikâyelerim oluyor. Bugün bu konuya değinelim istedim. Teknoloji ve insanın gelişimi aynı çizgide ilerleyip ilerleyemediği hususu meselemiz.
Birçok sosyal ağda hesabım var. Bu hesaplarla birçok konuyu takip edebiliyorum. Aynı zamanda insanların yaşam biçimleri, sevinçleri, hüzünleri ve yaşanılan olayları takip etme fırsatı buluyorum. Hatta gazetede çıkan yazılarımı da bu ağlar üzerinden okuyorum. Anlayacağınız kullanılmasında fayda görüyorum. Görmesine görüyorum da bu ağlarda yanlış işler olmuyor mu diye düşünmüyor değilim. Aslında tam burada “ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünü konuşmamız gerekecek diye düşünüyorum. Eğer bu sosyal ağlara üyeyseniz siz de “Bu düsturu rehber ediniyor muyuz?” diye soruyorsunuzdur arkadaş listenizdeki insanlara. Öyle ki bu sayfalarda insanların kendilerine giydikleri kıyafetlerle üzerlerinde olan kıyafetlerin aynı olup olmadığı konusunda tereddütte düşmüyor değiliz. Bu konuda en büyük örneği, geçenlerde bir okuyucum attığı e-postada vermiş. Gönderdiği yazıda başka bir hususta yardım isterken internet ortamında kendisine yıllardır ödemediği borcu olan bir arkadaşının, borcu ödemenin erdemiyle ilgili özlü sözler paylaştığını da yazmış. Bende içimden işte tam da bu problemimiz diye geçirdim. Olmak meselesi. Herkesin bildiği İngiliz edebiyatçının bir eserinde söylediği gibi “olmak ya da olmamak” tüm mesele bu… Meselemiz bu da olmayı değil de görünmeyi tercih ediyor olmamız ilginç değil mi?
Bu hastalığa başka bir örnek daha vermek istiyorum. Söyleşilere, panellere ve konferanslara konuşmacı olarak katılıyorum. Bu söyleşilerden birinde şair dostlarımın ağzından dinlediğim küçük bir olayı anlatayım size. Arkadaşımın herkes tarafından tanınan bir şiiri var. Üç aşağı beş yukarı tüm sanal alemde paylaşılıyor. Bu şiirin altına da çok şükür dostumuzun adını yazıyorlar. Bir gün arkadaşım bu sosyal ağlardan birinde kendi şiirinin paylaşıldığın görüyor. Ancak altında yazan isim o şiiri paylaşan kişinin adı. Tabi arkadaşım çok üzülüyor. Ama çeşitli olumlu ihtimaller düşünüp kendini rahatlatmaya çalışıyor. İhtimal ki sevgilisini etkilemek için yazmıştır gibi hafifletici nedenler oluşturuyor içinden. Ancak paylaşılan profili biraz karıştırdığında aynı kişinin hırsızlık hakkında yazdığı özlü sözleri görünce beyninden vurulmuşa dönüyor. O ana kadar düşündüğü hafifletici nedenleri bırakıp avukatına talimat veriyor. Basit bir olay gibi görünen bu durum, hırsızlığın sadece bir nesneyi çalmakla sınırlı olmadığını aynı zamanda kendine ait olmayan düşünceyi de çalmanın da bu kapsamda değerlendirilebileceğini gösteriyor. Aynı zamanda bize olmak ve görünmek eylemlerinin insan üzerinde sanal ortamla birlikte oturmadığını gösteriyor.
Peki, bu olaylar daha önce olmuyor muydu? Tabi ki oluyordu. Bilim dünyasında elinden unvanı alınan hocalar dahi olmuştu. Ancak halka kadar inmemişti. İşte olmak veya görünmek meselesi bu kadar derine indiğinde toplumda bozulma söz konusu olabiliyor.
Ben köyde büyüdüm. Örneklerimde hep köy yaşantısından olur. Çocukken dedem hayvanları otlatmak için beni ve ablamı görevlendirirdi. Biz de bu zaman diliminde hayvanları otlattığımız yerlerde yenilebilen mantarları, otları ve meyveleri toplar gün içinde yerdik. Bazı mantarlar ve otlar zehirli oldukları halde zehirsiz olan mantarlar gibi dururlardı. Ayırt etmek için ihtisas sahibi olmanız gerekirdi. O günlerde büyüklerimiz bize olmak ve görünmek arasındaki o hassas çizgiyi dağda, kırda ve bayırda öğretmişlerdir.
Siz, siz olun. Bu size yeter.