İstanbul, koca metropol…
Gurbetçinin karnının doyduğu ama gözünü bir türlü doyuramayan yer.
Hani bülbülü altın kafese koymuşlar “İlle de vatanım” demiş ya, o misal.
Kimimiz isteyerek, kimimiz mecburiyetten gelmişiz. Kimimiz de farkında olmadan doğmuşuz. Bazılarımızın kütüğü gelmiş İstanbul’a, nüfus kağıdından bile silinmiş Kastamonulu olduğu. Her şey değişmiş ama Kastamonulu olmak ve Kastamonulu kalabilmek değişmemiş.
Kastamonu’da ilgiyle takip ettiğim Afacan bir yazarın köşesinde bizim meşhur Anadolu’nun yüce dağının adını taşıyan bir yazar…
Sonunda şöyle diyor yazısının: “Temsil etmeyin arkadaş Kastamonu’yu… İnanın Kastamonu’nun sizin temsiline hiç mi hiç ihtiyacı yok!”
İstanbul’daki Kastamonu derneklerini yermek üzerine yazılmış, İlber Ortaylı’nın meşhur “cahilsin” sözüyle taçlanmış.
Eleştiri haktır ama herkes haddini ve yerini bilecek…
Popüler olmak için Kastamonu adını kullanıyormuş bu dernekler. Yok ‘Gazi Kastamonu’ diyormuş, üniversite ‘Şeyh Şaban-ı Veli’ olsun diyormuş, yok efendim 10 Aralık’ta alakası olmayan resimleri kullanıyormuş, Şerife Bacı’yla Halime Çavuş’u karıştırıyormuş…
Kastamonu kaynaklarıyla, arşiviyle kendini çok güzel anlatıyormuş da biz İstanbul’daki Kastamonulular anlayamıyormuşuz.
Şehre gelen büyüleniyor, tadan müptelası oluyormuş.
Asıl sorun işte burada başlıyor; Kastamonu’ya kimse gitmiyor, gitmek isteyeni Kastamonu’dakiler kabul etmiyor.
Kağıt üstünde adres taşınmaya gelince İstanbul’daki Kastamonulu çağrılıyor, yatırım için İstanbul’daki Kastamonulu örseleniyor, seçim olduğunda koşa koşa İstanbul’daki Kastamonulunun kapısı çalınıyor…
Ama İstanbul’daki Kastamonulu memleket deyince, etkinliklerini tarihi değerleri anmak adına kendince yapınca haddini bilecek; turizmci olmayacak kimseyi şehre getirmeyecek, tarihi sözler etmeyecek…
O şehrin tarih yazanlarını yıllar sonra tarihçiler yazmasaydı, kim bilebilirdi şanımızı ve namımızı?
1985 yılında Şerife Bacı, Halime Çavuş, Rahime Kaptan, Necibe Nine ve hatta Kastamonu’nun Millî Mücadeledeki yeri bir proje kapsamında derlenmeseydi bugün olanları kim bilirdi?
Yani 30 küsur yıl önce atılan tohumlar yeni yeni boy veriyor. İnsanlar anca anlıyor anca benimsiyor.
Ortadaki suç onu yanlış anlatanlarda değil, hala anlatamayanlarda…
Bir gerçek var az okuyoruz, çok konuşuyoruz.
Hatalar yapıyoruz ama bunları düzeltmek bizim elimizde…
“Kastamonu’yu benden başka kimse anlatmasın, seçkin kişiler aktarsın” egosunu bırakalım bir kenara.
Hani Kastamonu’nun tanıtıma ihtiyacı yokmuş, o şahaneymiş ya…
Çok doğru…
Kastamonu çok güzel yönetiliyor (!)
10 Aralık İlk Türk Kadın Mitinginin 100. yılında Gazeteci Pelin Çini’yi vücudunda döğme var diye programına son üç gün kala gelmemesini talep edenler tarafından…
Yine aynı organizasyonda İstanbul’dan üç bine yakın kadın giderken, Cumhuriyet Meydanına bir platform sahne kurmaya üşenen, sandalye koymaya erinen, ikram yapmaktan da çekinenler tarafından…
Ahşap Fuarı’nı 9 yıldır ana fuar takvimine sokmaktan geri duran, bir yıl önce tarihi açıklamasına rağmen, son bir hafta kala “bu sene hazırlıksızız” diyenler tarafından…
Açıklanan 2020 etkinlik takvimde Şerife Bacı’yı, Halime Çavuş’u, Hamamcı Kadı Salih Reisi ve nice Millî Mücadele kahramanını özel bir içerikle anmaya gerek duymayanlar tarafından…
Doğru Kastamonu’nun hiç kimseye ihtiyacı yok, hiç popülist ve siyasi bakılmıyor oradan!
Hatasıyla, günahıyla, yanlışıyla Kastamonu, İstanbul’daki Kastamonulunun.
Kimseye bırakmaya da niyetimiz yok!
Mustafa Sandal’ın da dediği gibi onun arabası var güzel mi güzel, şoförü de var özel mi özel ama maalesef ruhu yok…
Kastamonu’nun ruhu İstanbul’da…
Selametle…