Kastamonu’da köylerin dağınık yerleştiğini İstanbul’a gelince anladım. İstanbul’da Gümüşhaneli bir arkadaşımın, “bizim köy iki bin kişi” dediğinde çok şaşırmıştım. Nasıl yani iki bin kişi? Olabilir miydi? Benimle alay ediyor diye düşünmüştüm. Ağzımdan, “bir köy mü?” diye istem dışı çıkıvermişti . Benim bildiğim köy kırk-elli haneli, aralarında birer kilometre mesafe olan küçük köycüklerden oluşurdu. Olsa olsa bir köy iki yüz kişi olurdu. İki bin kişi çok kalabalık gelmişti. Hele ki bu kadar göçten sonra köyümde yirmi kişinin bile yaşamadığını bilen ben şaşırmakta haklıydım. Zaten ilçemin nüfusu da o ildeki iki köy kadar. “Hangisini tercih edersin?” diye sorarsanız; Kastamonu’daki bir köyü, o köydeki bir evi hiçbir yere değişmem.
Köy evi denildiğinde aklıma Kastamonu köy evleri yani konakları gelir. Bizim köyde de bir konak var. Konağa çıkarken taşlı-topraklı eğimli yolu aşmanız gerekiyor. Evin önüne ulaştığınızda sağınızda-solunuzda meyve ağaçları karşılıyor sizi. Nefes almak ve dinlenmek için uygun bir yer. Biraz dinlendikten sonra yerinizden kalkarak eve doğru yöneldiğinizde iki metre yüksekliğinde bir metre genişliğinde ahşap kapı karşılıyor. Üzerinde demir işlemeciliğin en güzel örneklerinin sergilendiği kapı tokmağı… Kapıyı açarken fark ediyorsunuz köy evine girdiğinizi. İçeri girer girmez odunluk, odunluğun hemen yanında depoyu görüyorsunuz. Odunları itina ile istiflenmiş, çıraları da bakır kap (bakraç) içine konmuş halde buluyorsunuz. Burnunuza ağacın nefis kokusu dolduğunda ağaçla neden bu kadar ayrı kaldığınızı sorgulayabilirsiniz.
Evin kapısından içine girdiğinizde geniş bekleme alanları ve küçük misafir odaları da görürsünüz. Evin ikinci katına çıkmasına gerek duymadığınız misafirleri ağırlayabileceğiniz yerlerdir buralar. Sonra kafanızı sağa çevirdiğinizde daha ince ve dar bir kapıyla karşılaşırsınız. Kapının tomruklar düzgün halde sıraya dizildikten sonra verniklenerek yapıldığını düşünebilirsiniz. En azından ben öyle düşündüm. Kapının üzerindeki çöğürgeç çiviyle tutturulmuş… Hafifçe çeviriyorsunuz sağa doğru. Kapı gıcırdayarak açılıyor bir metrekarelik boşluğa doğru. Sonra ahşap merdivenler çıkıyor kaşınızda. Her bir basamak evin mahremiyetine doğru çıkarmak için sizi bekliyor. Sağlı-sollu olarak merdiven yolu ağaçla kaplanmış. Her adımınızda bina ev sahibine ses veriyor; “misafir geliyor” diye. Yerlerde eski elbiselerinin sökülerek heba edilmediğini, çullardan kilimlerin en güzelinin yapılabileceğini ispat etmeye çalışan el dokuması kilimler eşlik ediyor bu yolculuğunuza.
Geniş çardak, “odalardan oda beğen” dercesine evdeki tüm kapılara açılıyor. Sağınızdaki ilk kapı mutfağa açılıyor. Diğer kapılar; ebeveyn odası, sohbet odası, misafir odaları ve erzak odasına açılıyor. Misafirler için evin en güzel odaları hazırlanmıştır. Giriyorsunuz bunlardan birine. İçerde ahşap sedir çağırır yanına, üzerinde rengarenk minderler. Ahşap pencerelerde tül perdeler pencereden bakmanız için davet eder. Cumbalı evlerin cumbalarında oturduğunuzu fark edersiniz. Sağınızda ve solunuzda sürgülü dolaplar çarpar gözünüze. Biri yüklüktür biri tek kişilik hamam. Gece uykunuza eşlik edecek olan döşek, yorgan ve yastık tertemiz kıyafetleriyle sizi orada bekliyordur. Hamam da ise tüplü ocak ve bir kazan su…
Anlayacağınız Kastamonu’da evler misafir etmek için sizi bekler. Uzun süren yalnızlıklarına yoldaşlık edersiniz. Keyifli hikayeleri olduğu gibi gidenlerin acıları da durur ocak başlarında. Kulağınızı verirseniz ahşap duvarlarına tanıdık sesler de duyabilirsiniz.
Eşlik eder saçtan soba, dağlarından topladığınız mantara. Bir parça kayın ağacını verirseniz yaz ediverir kışınızı. Neden köy evlerimizi değişmediğimi o zaman daha iyi anlarsınız belki.
Selametle…