İlkokul birinci sınıfa gidiyordum. Elimde annemin eski kıyafetlerimizden yaptığı bez çantam, içinde ağabeyimin bir önceki sene kullandığı bir kısmı boş kalan defter soğuk kış gününde boyum kadar karın içinde köyümüzün içindeki Gayret İlkokulu’na gidiyordum. Çok da gayretliydim. Annem her sabah “Allah zihin açıklığı versin.” diye uğurlardı bizleri.
Okulların tatile girmesine sayılı gün kaldı. Çocukları olanlarda başladı bir telaş. Her gün e-okul programından çocuklarının notları takip edilmekte. Hangi dersten kaç aldığı, öğretmenin performansına ne kadar not verdiği en büyük merak konusu. Öyle ya koca bir dönem çocukları için yememiş-yedirmişler, içmemiş-içirmişler, giymemiş-giydirmişlerdi. Hatta çocukken kendisine sunulmayan tüm imkânları çocuklarına sunmuşlardı. En son, çocuk cep telefonu istemiş, onlarda gidip en son modelinden alıp çocuğuna vermişti. Biliyordu ki fiziksel ihtiyaçları giderilirse çocuklar daha başarılı olurlardı. Çünkü onların küçükken bu ihtiyaçları giderilmemişti.
Bir dönem boyunca okulda yapılan veli toplantılarına hafta sonları çalıştıkları için gidememişlerdi. Ama bir sorun olsaydı okuldan onları ararlardı. Kiminle arkadaş olduğu, öğretmenlerin sınıf içindeki tutumları ile ilgili görüşleri, sevdiği ve yapmaktan haz duyduğu etkinlikleri bilmek çok da bir şey kazandırmazdı. Karnı doyuyordu, üzerinde en güzel kıyafetler vardı ve tabi ki her gün cebine harçlık konuluyordu. Bir çocuk başka daha ne isteyebilirdi? Çocuğun görevi tüm bunlar kendisine yapıldığı için şükretmek ve derslerine çalışmak.
Çocuk okuldan eve geldiğinde hemen karnı doyuruluyordu. Uzun süre televizyon seyretmesine, cep telefonuyla saatlerce oynamasına müsaade ediliyordu. Ödevi olsa ona sunulan tüm imkanları göz ardı etmez ve ödevini yapardı. Zaten ödev yoksa ders de çalışmasına gerek yoktu. Yardımcı kaynaklara da ihtiyaç yoktu. Yeni durumlarla karşılaşmak çocuğun moralini bozabilirdi.
Kitap okumaya gelince; okuldan okuması için verilen kitaplar haricinde ders kitabı okuması yeterliydi. Çünkü ömrü zaten okumakla geçecekti. Şöyle bir hesap yapıldığında nerden bakarsan bak en az on altı sene okuyacaktı. Hele doktor veya avukat olmak isterse bu seneler daha da fazla artıyordu.
Ortaokul ikinci sınıftaydım. Babam beni eczaneye çırak vermişti. Oysa ben her yaz tatilinde köye giderdim. Köyde dedemin hayvanlarına çobanlık yapardım. Ama o yıl eczaneye çırak olarak verilmiştim. Her sabah erkenden kalkıp eczaneyi açardım. Güzel bir temizlik yapardım. Sonra patron gelirdi. Patron iyi bir insandı. Bana eczanede ilacın reçeteden nasıl okunacağını, ilacı raftan nasıl bulacağımı öğretmişti. Hatta o yıllarda reçetenin üzerine fiyat kupürlerini de keser yapıştırırdık. Maaşım da haftalıktı. Her hafta cumartesi günü maaşımı alır babama götürürdüm. O da benim için biriktirirdi.
Çocuğa sorumluluk vermekte hak getire. Zaten atasözü de vardı. Çocuğa ver işi, …. (Burayı siz biliyorsunuz.) Biz çocukken yeterince çalışmıştık. Çocuğumuza bu eziyeti yapmamalıydık. Biz hayatın dikenli yollarından geçmiştik. Oysa çocuğumuz duble yollarda en son model arabaları kullanmalıydı.
Şimdi oturup düşünün. Biz bu kadar iyilik yapmışken karnemiz neden kötü olsun? Pardon, karnemiz mi dedim? Çocuğun karnesi neden kötü olsun?
Selametle…
İlkokul birinci sınıfa gidiyordum. Elimde annemin eski kıyafetlerimizden yaptığı bez çantam, içinde ağabeyimin bir önceki sene kullandığı bir kısmı boş kalan defter soğuk kış gününde boyum kadar karın içinde köyümüzün içindeki Gayret İlkokulu’na gidiyordum. Çok da gayretliydim. Annem her sabah “Allah zihin açıklığı versin.” diye uğurlardı bizleri.
Okulların tatile girmesine sayılı gün kaldı. Çocukları olanlarda başladı bir telaş. Her gün e-okul programından çocuklarının notları takip edilmekte. Hangi dersten kaç aldığı, öğretmenin performansına ne kadar not verdiği en büyük merak konusu. Öyle ya koca bir dönem çocukları için yememiş-yedirmişler, içmemiş-içirmişler, giymemiş-giydirmişlerdi. Hatta çocukken kendisine sunulmayan tüm imkânları çocuklarına sunmuşlardı. En son, çocuk cep telefonu istemiş, onlarda gidip en son modelinden alıp çocuğuna vermişti. Biliyordu ki fiziksel ihtiyaçları giderilirse çocuklar daha başarılı olurlardı. Çünkü onların küçükken bu ihtiyaçları giderilmemişti.
Bir dönem boyunca okulda yapılan veli toplantılarına hafta sonları çalıştıkları için gidememişlerdi. Ama bir sorun olsaydı okuldan onları ararlardı. Kiminle arkadaş olduğu, öğretmenlerin sınıf içindeki tutumları ile ilgili görüşleri, sevdiği ve yapmaktan haz duyduğu etkinlikleri bilmek çok da bir şey kazandırmazdı. Karnı doyuyordu, üzerinde en güzel kıyafetler vardı ve tabi ki her gün cebine harçlık konuluyordu. Bir çocuk başka daha ne isteyebilirdi? Çocuğun görevi tüm bunlar kendisine yapıldığı için şükretmek ve derslerine çalışmak.
Çocuk okuldan eve geldiğinde hemen karnı doyuruluyordu. Uzun süre televizyon seyretmesine, cep telefonuyla saatlerce oynamasına müsaade ediliyordu. Ödevi olsa ona sunulan tüm imkanları göz ardı etmez ve ödevini yapardı. Zaten ödev yoksa ders de çalışmasına gerek yoktu. Yardımcı kaynaklara da ihtiyaç yoktu. Yeni durumlarla karşılaşmak çocuğun moralini bozabilirdi.
Kitap okumaya gelince; okuldan okuması için verilen kitaplar haricinde ders kitabı okuması yeterliydi. Çünkü ömrü zaten okumakla geçecekti. Şöyle bir hesap yapıldığında nerden bakarsan bak en az on altı sene okuyacaktı. Hele doktor veya avukat olmak isterse bu seneler daha da fazla artıyordu.
Ortaokul ikinci sınıftaydım. Babam beni eczaneye çırak vermişti. Oysa ben her yaz tatilinde köye giderdim. Köyde dedemin hayvanlarına çobanlık yapardım. Ama o yıl eczaneye çırak olarak verilmiştim. Her sabah erkenden kalkıp eczaneyi açardım. Güzel bir temizlik yapardım. Sonra patron gelirdi. Patron iyi bir insandı. Bana eczanede ilacın reçeteden nasıl okunacağını, ilacı raftan nasıl bulacağımı öğretmişti. Hatta o yıllarda reçetenin üzerine fiyat kupürlerini de keser yapıştırırdık. Maaşım da haftalıktı. Her hafta cumartesi günü maaşımı alır babama götürürdüm. O da benim için biriktirirdi.
Çocuğa sorumluluk vermekte hak getire. Zaten atasözü de vardı. Çocuğa ver işi, …. (Burayı siz biliyorsunuz.) Biz çocukken yeterince çalışmıştık. Çocuğumuza bu eziyeti yapmamalıydık. Biz hayatın dikenli yollarından geçmiştik. Oysa çocuğumuz duble yollarda en son model arabaları kullanmalıydı.
Şimdi oturup düşünün. Biz bu kadar iyilik yapmışken karnemiz neden kötü olsun? Pardon, karnemiz mi dedim? Çocuğun karnesi neden kötü olsun?
Selametle…