Acaba “kalem gibi” olabiliyor muyuz?
Geçenlerde bana bir mail geldi.
Bir kalem hikâyesi.
Sizlerle paylaşmak ve hikayeyi tahlil etmek istedim.
İşte o hikâye:
“Ninesini bir mektup yazarken izleyen çocuk sordu: “-Yaşadıklarımız için bir hikâye mi yazıyorsun? Yoksa benim hakkımda mı?”
Ninesi yazmayı kesti ve torununa şöyle dedi:
– “Aslında, senin hakkında yazıyorum. Fakat kelimelerden daha önemlisi, kullandığım Kurşun Kalem. Umarım büyüdüğünde sen de bu kurşun kalem gibi olursun.”
Çocuk merakla kurşun kaleme baktı.
Özel bir kalem gibi görünmüyordu.
“Fakat daha önce gördüğüm diğer kurşun kalemler ile aynı!”
“Bu, senin nasıl baktığın ile alakalı. Kurşun Kalemin 5 önemli özelliği vardır ki sen onlara sıkıca tutunduğunda ömrün huzur içinde geçecektir.”
Birinci özellik:
Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el “Allah”dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi O yönlendirir.
İkinci özellik:
Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.
Üçüncü özellik:
Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman imkân tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.
Dördüncü özellik:
Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.
Beşinci özelliği ise
Her zaman bir iz bırakmasıdır.
Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın…”
Hikâyeden çıkardığım sonuçları şu şekilde özetleyebilirim.
Birincisi kalem gibi, elif gibi dik durabilmek ve Cenabı Allah’a dayanmak. O mutlak anlamda bizim muallimimiz, mürebbimiz, müeddebimiz ve müderrisimizdir. Başka sığınağımız yoktur. Hududunda kaldığımız müddetçe koruyucumuzdur.
Kalemimizin ucunu yenilerken onun emir ve yasaklarının hudutları ihatasında yapmamızın gerekliliğini anlıyorum hikâyeden.
Fiil ve eylemlerimizde hataya ve günaha yönelebiliriz. Tövbe ile hata ve günahlarımızı silme gibi bir fırsatın insanoğluna verildiğini aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Aklımızla sorgulamak ve hatalardan uzaklaşmak müminin bir vasfıdır. Hikaye bunu da hatırlatır.
Kalemin içi önemli olduğu gibi insanın da içi dışından önemlidir. Aklı, tefekkürü ve tezekkürü neye dayanırsa o dışına yansır. Bilinen bir husustur. Beslendiğimiz şey dışımıza yansır. Zihnimizi ne ile besliyorsak o aklımıza, fikrimize ve düşünüşümüze şekil verir. Aslolan Kur’an’la beslenmek ve onu hayatımıza yansıtmaktır.
Velhasıl hepimiz beslendiklerimizle “iz” bırakırız. Ya Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi veya nemrutvari.
Hikâyeden anladığım bu.
Seçim sizin.
Selam ve Sabırla…