HÜZÜN
Kalleş bir sessizlik bu. Haksız bir zifiri karanlık. İnadına içimde dolanıp duran türkülerin kahrı… Unuttuğum tüm şiirlerin, insafsızca ve toptan saldırması. Anıların, buzları yeni çözülmüşçesine akması odamın her köşesine, bütün çiçek kokularıyla karışarak… Bir varmış bir yokmuşun ağır şamarının inmesi gözlerimin buğusuna…
Köyümdeyim…
Yaşıtım ahşap evimizde tek başımayken bu ne kalabalık böyle… Dedem, kadınanam aha şuradalar. Dedeme körük çekmek için can atıyorum. Kadınanam, bir yumurta pişiriverecek elbet birazdan. Anam orak biçmeye gitti köyün öteki kadınlarıyla. Ne güzel türkü söylüyorlar hep bir ağızdan. Aşağı fırından ekmek kokusu, mısır kokusu dağılıyor köyün içine.
Az sonra ata binip sulamaya götüreceğim. Birkaç gün sonra panayıra da götürecekler beni.
Akşam, evin önünde toplanacağız on beş, yirmi çocuk. Analarımız “yeter artık” diye bağırana kadar oynayacağız. Babamın yine konukları olacak başka başka köylerden…
Kümese bakacağım. Eğer yumurta varsa, ikisini kapıp bir koşu tütün alıvereceğim dedeme.
Eylülde, okula gitmezden önce ceviz oynayacağız.
İnek gütmeye giderken azıklarımız olacak ve bölüşeceğiz tüm çocuklar. Cuma günü düğün başlayacak köyde. Pazar gününe kadar değmeyin keyfimize! Davulcular çalacak gümbür gümbür, zurnacılar çalacak ve köçek oynayacak. Beyaz atın üzerinde giden yeşil duvaklı gelinin ardından mermi kapsülü toplayacağız daha sonra oynamak için, avuç avuç…
Köy ortasında güreş tutacağız akşamüzeri.
Öküz arabalarındaki sapın üzerinde geleceğiz harmana. Harmanda döğene bineceğiz gece yarılarına kadar.
Bayram olunca el öpmelere gideceğiz bir sürü çocuk. Dolu dolu evlerde yüzlerce el öpeceğiz. O kadar da dudak değecek yanaklarımıza…
Kalleş bir sessizlik bu…
Dedem, kadınanam, anam, babam bir sıraya binip gittiler.
Evin duvarlarında buruk bir hüzün. Ağustos böceklerinde inadına bir suskunluk…
Çocuklar, sonsuza saklanmış, akranlarım bilmem ki nerelerdeler…
Öpülecek el yok, kapılar kapalı ve bahçelerinde dikenli otlar ormana dönüşmüş…
Ne at kişnemesi var ne tavuk gıdaklaması; ne eşek anırması, ne inek mölemesi, ne de pamuk köpeğimizin havlaması…
Haksız bir zifiri karanlık…
Bütün geceyi yaran, kısık sesli bir türkü akıp gider yanı başımdan uzaklara…
“Aman ölüm zalim ölüm
Üç gün ara ver !”
Olmaz olası bir göç seğirir yüreğimin derinliklerine doğru…
Işıklar hep yarım yanar göğe doğru…