Bu akşam TV’de Iraklı bir Türkmen akşam eve döndüğünde tüm mahallesinin ve ailesinin bıraktığı yerde olmadığını, savaş yüzünden ülkesini terk etmek zorunda olduğunu anlatışına şahit oldum…
Diyor ki “Düşünsenize yıllardır yaşadığınız mahalleniz, sokağının, eviniz, aileniz artık yok!” Nasıl bir travma anlatamam…
“ Ya hatırlarım yok olsaydı, ne yapardım?” en vurucu cümle de oydu…
Zaman zaman düşünürüm: Hatıralar bizimle yaşadığı için mi yoksa ölmedikleri için mi hayatımız allak bullak diye. Sonunda iki durumda da hayatımızın zor olduğunu anladım. İyi olan halde daha iyisini yaşayana kadar geçmişte kalıyoruz. Kötüsünde de olduğumuz yerde sayıyoruz. İkisi de zor… Hatıraları yaşadığımız günle dengeli hatırda tutmak daha doğru belki de. Günün güzelliklerini ıskalamasına izin vermemeli. Hatıralar yaşama tat vermeli, ders vermeli, keyif vermeli; dert değil.
Psikologların en sıkıntı duyduğu alanda burası işte. Bizler yaşadığımız bir sıkıntıyı beynimizin en girift kıvrımlarına bırakıyoruz sonra da üzerini kimse görmesin diye kapatıyoruz. Yaşadığımız olayı tetikleyecek bir durumla karşılaştığımızda da günlerce travma yaşıyoruz. Halbuki acıyı yaşadığımız yerde ve zamanda olgun bir zemine tevekkülle karşılasak hayatımız daha düzenli ve düzgün olacak. Aldığımız kararlar, yaşadığımız anlar, yürüyeceğimiz yollar daha aydınlık ve pırıl pırıl olacak belki de.
İster sultan evladı, ister asgari yaşam standardına sahip olalım hepimiz imtihandan geçiyoruz ve hiçbir şeyi boşuna yaşamıyoruz. Mutlaka bir nedeni var: bir eksik parçamızı tamamlıyoruz aslında. Daha sağlamlaşıyor, daha kararlı oluyoruz. Kırılıyoruz ama daha düzgün kararlarla başlıyoruz yeni yolculuklara.
İmtihan dünyası içinde Mevla’nın bizim için çizdiği planlarla yaşıyoruz. Rollerimiz farklı, kumaşlarımıza göre dayanıklılığımız da. Bu yüzden imtihandayız işte. Ne kadar kul olmanın bir bedeli var. Yaşadıklarımızı ne kadar sindirdik? Ne kadar hissettik derinden? Ayağımıza dolanan taşların ne kadarından geçtik? Ne kadar dost bıraktık? Ne kadarına dost olduk? Ne kadarına sırtımızı döndük? Pişmanlıklarımız hala olduğu yerde mi? Canımızı acıtıyor mu hala yapmak isteyip de yapamadıklarımız? Yaşamak isteyip de ertelediklerimiz, kaçırdıklarımız, ıskaladıklarımız… Yeniden yaşama hakkımız olsa bu dünyada aynı hataları pek çoğumuz yapmazdık, eminim. Zaten ahiret de insanın bu zayıflığı bilindiği için var bence daha çok. Bildiklerinin teorik hali bu dünyada, pratiği de ahirette. Yanımıza pişmanlıklarımızı ve tövbelerimizi alarak bu dünyadan gideceğiz bir gün.
Tüm hatıralar tazedir. Hepsi de bizde bir parça. Kimisi ayağımıza batıyor, kimisi de kalbimize. Kimisi hala göz yaşartıyor, kimisi de kalp ağrıtıyor. Her halde iyi ki varlar diyebilme erdemine sahip olana kadar onlar bizimle olacak. En iyisi ellerinden tutarken ufka bakabilmeyi de becerebilmek.
Ne dersiniz? Yapabilir miyiz?