FELSEFE, EDEBİYAT ve ÖZGÜRLÜK
Felsefenin bilgelik sevgisini, edebiyatın o estetik anlatımıyla özgürce ifade ettiğimizde, karşımıza çıkan yamaçlardan, dağlardan, bayırlardan bir anda kendimizi unutulmaz vahalara atabilmeyi amaçlarız çoğu kez.
Mümkün müdür?
Bilinmez.
Ama insanoğlu yaratılalı beri kendi gerçekliğini aramaya çalışmakta, bir nevi ipin ucunu kaçırdık artık, ne geri gidebiliyoruz ne de tam ileri.
Tuhaf olan olduğumuz yerde de kalamıyoruz ki. Çünkü dünya dönüyor. Hayat devamlı devinim halinde, bu arada saatin dönüş yönüyle dünyanın dönüş yönü aynı, bu yüzden maddenin demir gibi sert ve soğuk yüzüne vurulacak bir tokat lazımdı o da edebiyatla bulundu.
Yani düşünürken yazdık, anlatırken edebileşmeye de gayret ettik.
Çünkü anlatmaya çalıştıklarımızı başka türlü sevdiremezdik, bir hal ki ruhlara zerk edemezdik, dimağlara emziremezdik.
Edebiyat ki, dilleri farklı olsa da öyle bir etkileşim ağı var ki, telefon, internet, TV de bile yok böyle bir etkileşim. Bir kere kalıcı ve derin.
Birilerinin tekelinde de değil…
Siz sevdiğiniz yazarın, şairin çemberine giriyor, düşüncelerinizi yoluna seriyor ve katık ediyor yeni bir yola çıkıyorsunuz.
Bu sefer kendi seferinize.
İşte bu özgürlük oluyor.
Kendi kanatlarınızla, düşüncelerinizle, uçuyorsunuz ve farklı bakıyorsunuz hayata.
Hayatta kendisi olabilmesi insanın en zor duruş…
Duru bir duruş…
Ve saygı uyandıranda o bana göre.
Kendi düşüncenizi, kendi cümlelerinizle ve birikimlerinden etkilendiklerinizi yüreğinizde yoğurarak.
Felsefenin edebiyatın elinden tutması nasıl mı işe yarar?
İnsanı özgür kılar.
Daha ne olsun?