“Bir şehrin havası, suyu, toprağı ve insanı edebiyatla uğraşanlara değmeli. Değmiyorsa değerini yitirmiştir doğdu şehir, yaşadığı kent.”
Bunu demiştim bir söyleşimde.
İki yüz kişilik salonda belki bir olmadı iki kişi Kastamonuluydu. Biri de bendim.
Edebiyatla iştirak eden insanların nahhatın ağacı işlemesi gibi işlemeli memleketini eserlerinde. İşlemek istemese bile okuyanların kokusunu almalı yazarın memleketinin.
Şair anlatırken aşkı memleketinin ağaçlarını, çiçeklerini ekmeli şiirlerine.
Hikayeci öykülemeli yaşadığı şehrin sokaklarını okuyucunun beyninde.
Romancı kahramanlarını yaşatmalı memleketinin dar sokaklarında, kalelerinde, en ücra köylerinde.
Edebiyatın içinde kullandığı tüm sanatlarında içtiği suyun yediği yemeğin tadı olmalı.
Tanıdık gelmeli o şehirde yaşayanlara.
Mektebe gidiyorsa yazıtında ki kahraman doğduğu/yaşadığı şehrin okullarına devam etmeli.
Beklediği durak, bindiği taşıt, gezdiği yol, kopardığı gül hatta sevdiceği memleketi hatırlatmalı.
Kahramanlarının isimlerinde bulmalı okuyucu yazarın memleketini. Aksi durumda ne mi olur?
Doğduğu şehir ölür, yaşadığı şehir boğulur yazıtın içinde.
Aslını inkâr eder geleneği de göreneği de.
Bilmeceler cevapsız, tekerlemeler redifsiz, cümleler yüklemsiz kalır.
Nesnelerle soluklaşır, özneler yabancılaşır yazara.
Sis çöker kültürün üzerine.
Yarınlar bugünsüz kalır.
Ondandır diyorum ki, edebiyatla uğraşan memleketini yaşatmalı.
Vazifelerinden en önemlisi de budur kanaatimce.
İsteyerek ve bilerek olmaz bu anlattıklarım.
Memleketi işlemeli ki yazarın ruhuna, ilk cümlesinde tandık gelmeli mekan.
“Bizim oralara ne kadar benziyor.” demeli yazarın “oralarından” olan okuyucu.
Basmadan fistanına, azığından çiçeğine, kiliminden halısına taşımalı memleketini.
Lafın kısası edebiyatla iştirak edenler büyükşehirlerin büyülerine kapılıp kendileri yaşadıkları yetmiyormuş gibi yazdıkları eserlerindeki kahramanlara da aynı zulmü layık görmekte.
Dön bir Kastamonu’ya doğdun madem yaşat bari eserinde.
Islama
Demiştim sizlere biraz da yemek kültüründen bahsedeceğimizi. Anam Halime Ergin’in Islama tarifidir. Yapacak olanlara şimdiden afiyet olsun.
Dört adet tere ekmek (varsa kuru yufka, serme), Dört adet tavuk veya İbi (Loğa da olabilir) but eti. Kararınca dövülmüş ceviz, Tahta yemek kaşığı ile iki kaşık inek yağı (tereyağ), tuz, pul biber ve karabiber.
Öncelikle tavuk butları iyice pişirilir. Pişirirken içine isteğe bağlı olarak bir baş soğan da atılabilir. Piştikten sonra tavuğun suyu bir kaba alınır. Etleri de didilerek küçük parçalara ayrılır. Sonra tere ekmekler rulo şeklinde sarılır. Sonra ortasından ikiye kesilir. İkiye kesilen parçalar üst üste konularak muska şeklinde dörde kesilir. Kesilen parçalar önce üçgen kısmı ucundan geniş alana doğru katlanır. Sonra yanlar aynı şekilde katlanır. Küçük bohça şeklini alır. Bütün parçalar bu şekilde yapıldıktan sonra inek yağı bir tavada eritilir. Kenarda bekletilir. Eğer tavuğunuz çok yağlıysa bu yağı sadece en son koyacağız. Az yağlıysa her kata koyacağız.
Tepsi alınır. Eritilen yağdan bir parça tepsiye sürülür. Sonra üzerine bohça yaptığımız ekmekler tepsinin tabanını örtecek şekilde dizilir. Ama bunu yaparken her ekmeği tavuğun suyuna batırıp çıkarmanız gerekir. Tepsinin dibi görünmez olunca didilen tavuklar üzerine serpilir. Sonra ekmekler tekrar üzerine yerleştirilir. Bu işlem ekmek bitene kadar devam eder. En son kalan tavuk parçaları ve ceviz ekmeğin üzerine serilir. Sonra üzerine inek yağı dökülüp tepsi fırına verilir. Çıkınca da hep beraber yenir.
Haftaya ne pişirsek? Önerilerinizi bekliyorum.
Selametle…