Aynaları sadece tıraş olmak, dişlerimizi fırçalamak, kravatımızı düzeltmek için veya yüzümüzdeki sivilceyi patlatmak için mi kullanıyoruz? Ya da o günkü maskemizi seçmek için mi?
Ya maskenin altında çoğalan, irin tutmuş çıbanlar ne olacak?
Aynayı kendimize doğru tutarken bile, bir arkamızdaki insanın kusurlarını görüp kendimizi iyi hissettiren o garip kibrimiz ne olacak?
Ayşe’nin, Mehmet’in ayıbını ortalığa saçarken, kapımızın altından taşan pis suları göz ardı edişlerimiz ne olacak?
Çocuklarımızı kendi eserimiz gibi görüp, iyi taraflarını kendimize yontup, kötü taraflarını kirli sepeti gibi görüp kaderin üzerine atışlarımız ne olacak?
Sokakta görmezlikten gelip, hatta dörtnala kaçtığımız uyuşturucu kullanan, çamur gibi gördüğümüz o gençler ne olacak?
Ya çamur gün gelip paçanıza sıçrarsa, hangi ipek mendiliniz o çamuru nasıl çıkaracak?
Balık pazarından aldığımız beş liralık balığı, soğuktan elleri buz tutmuş balıkçı çocuğa temizletirken hangi beş liralık his bizi bu kadar mühim, bu kadar önemli kılacak?
Bu bencilliğimizle balığın bir pulu kadar değer etmiyorken, halimiz ne olacak?
Anne karnındaki bir kan pıhtısına ruh üfleyen can veren, güç karşısında bizim hangi haklı davamız o canı almayı hak sayacak? Bizler böyle Tanrıyı oynuyorken sonumuz ne olacak?
Yetimin, yoksulun, işçinin alın teri yere düşmeden ona bile göz koyanın hali ne olacak?
Dünyada kendimize biraz daha fazla yer açmak için, bir diğerini tekme tokat aşağıya iterken, bizi de iten biri olduğunu göremeyecek kadar körüz ne olacak?
Türlü türlü hesaplarla kazanç saydığımız, evimiz, paramız, eşimiz, evladımız hepsi emanet.
Bunları kavrayamayacak kadar sarhoş, bir o kadar da kendimizin keşiyiz ne olacak?
Bizler bu kadar zeki, bu kadar her şeye hakim, kendimizden emin iken, son sabahımızda aynalar gülümseyerek ruhumuzun gerçek yüzünü yansıtacak…